MÜSİAD Başkanı'nın hayal ettiği şey!

4 yıllık görev süresinin dolmasına sayılı günler kalan MÜSİAD'ın Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan Haber7'nin konuğu oldu. Vardan, geçmişi ve bugünü Haber7 okuyucuları için değerlendirdi.

MÜSİAD Başkanı'nın hayal ettiği şey!

2008 yılında üyelerinin tamamının oyunu alarak Müstakil Sanayici İşadamları Derneği MÜSİAD'ın başkanlık koltuğuna oturan ve 4 yıllık başarılarla dolu görev süresinin ardından 28 Nisan'da yapılacak olağan genel kurulda seçilecek olan yeni başkana görevi devretmeye hazırlanan Ömer Cihad Vardan, şu sıralar yeni yeni yüzleşmeye başladığımız ve Türkiye'yi hem siyasi hem de ekonomik anlamda geriye götüren 28 Şubat sürecinde yaşadıklarını, Türkiye'nin geldiğini noktayı, 4 yıllık görev süresinde yaptıklarını ve genel olarak ülke ekonomisini Haber7 Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Erdoğan, Yayın Koordinatörü Osman Ateşli, Kurumsal İletişim Sorumlusu Mustafa Özbek ve  Ekonomi Editörü Kenan Biter'in de bulunduğu kahvaltıda değerlendi.

28 Şubat'ın en çok ülke ekonomisine zarar verdiği konuşuluyor. Siz o süreci yaşamış MÜSİAD üyesi bir işadamı olarak; ekonomiye zararları hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu olayla ilgili tabi bu günlerde artık birçok şey ortaya dökülmeye başladı. Önümüzdeki günlerde belki daha çok detaylı, gizli kalmış bilgilerin ortaya çıktığını da göreceğiz diye ümit ediyorum. Tabi şu an soruşturma süreci devam ediyor. Nereye varacağını tahmin etmemekle beraber, belki hani 'Ergenekon'da olduğu gibi bu konu deşildikçe şu an tutuklananlarla ilgili soruşturma devam ettikçe, belki çok daha ilerilere ulaşabilir. O gün failleri meçhul olan olayların bugün netleştirilmesi söz konusu olabilir bunları hep beraber göreceğiz.

Tabi bizim arzumuz bir daha 28 Şubat’lar yaşanmasın, bir daha 12 Eylül’ler yaşanmasın. Türkiye demokratik olarak her insanın hak ve hürriyetinin en geniş manada temsil edildiği, fakat bunu verirken tabi sizin hakkınızın da benim hakkımın başladığı sınırda bittiğinin de bilinciyle veya benim için sizinki geçerli aynı şekilde. Türkiye için böyle bir ortamın oluşması hayalindeyiz.

28 Şubat dönemi çok sıkıntılı bir dönemdi. Geriye dönüp baktığımızda tabi çok örneği var herkes bunu değişik boyutlarda yaşadı. Öğrenciler farklı boyutlarda yaşadı, öğrencilerin içinde kız öğrenciler, başörtülü öğrenciler çok farklı boyutlarda yaşadılar. Öğretmenler keza onların içinde dindar olanlar da çok farklı boyutlarda yaşadılar. Yine silahlı kuvvetler personelinde de aynı şekilde; onlar bulundukları kurumlardan itilmek, atılmak durumunda kaldılar, hatta silahlı kuvvetlerden çıkartılan birçok kişinin başka yerde iş yapmasına dahi müsaade edilemeyecek boyutlarda durumların ortaya çıktığını hatırlıyoruz. Bu insanlar insan değiller miydi?, Bunların bir ailesi yok muydu?, Bunlar ne yiyeceklerdi ne içeceklerdi yani biliyorsunuz bunların içinde bazıları maalesef hayatlarına bile son vermek durumunda kaldılar. Yani öncelikle bir sosyal depresyon oldu onu düşünmek lazım.

Onun haricinde bu işin tabi ekonomik boyutu 2001’lerde yaşadığımız krize kadar devam etti ki; krizin sebeplerinden birini de bu olarak değerlendirebiliriz rahatlıkla. Yani MÜSİAD üyeleri burada çok sıkıntılar çektiler... MÜSİAD üyeleri gibi dindar kesimin üyeleri de burada çok sıkıntı çekti. Bunların bazı gazetelerde boy boy isimleri verilerek özellikle askeri tesislerde bu ürünlerin kullanılmayacağı şeklinde haberler çıktı. Ne kadar belirli bir süre sonra bunlar yalanlanmış dahi olsa silahlı kuvvetler tarafından, tabi ki gereken tesir o gün yapılmıştı. Böyle ayrımcılıklar yapıldı. Bu da fişlemenin başka bir boyutuydu. O kişilerden mal alıp verilmedi, iş verilmedi gibi böyle birçok olaylar yaşandı.

Hatta bizim MÜSİAD üyelerinin o zaman bir araya gelip birlikte kurmuş oldukları bir sigorta şirketleri vardı “Dost Sigorta” diye. Bunların amacı ne olacak, işte yok efendim bunlar bir araya gelip daha sonra şirket yoluyla irticai faaliyetlerden hükümeti devirmek falan filan gibi bazı gerekçelerle, Nuh Mete Yüksel tarafından sorgulamaya alındılar ve hatta bazı arkadaşlarımız gece saat 2’lerde 3’lerde çilingir marifetiyle evlerden alınmak suretiyle, bu tür tacizlerle karşı karşıya kaldılar. Ne oldu tabi sonucunda bakıyorsunuz; 2-3 sene devam eden mahkemelerin sonucunda hiç bir şey bulunamadı, zaten işadamı şirket kurdu diye mahkemeye mi alırsın yani var mı böyle bir şey...

Fakat bunların hepsi yıldırma operasyonlarıydı, bezdirme operasyonlarıydı. Bir şekilde bu kesimin büyümesini, ilerlemesini arzu etmedikleri alenen ortadaydı ve bunlara karşı yapılmış olan çalışmalardı. Ve büyük bir açıklıkla görülüyor ki dış kaynaklı. Bunların birçok ayakları da var tabi... Olaya buradan baktığınızda, bunların harekete geçmiş olduğu bir şey olarak görüyorsunuz. Ama sonucunda insan üzülerek o günleri hatırlıyor. Çünkü kişi başı milli gelir o zamanlar 3.000 dolara ulaşmışken 2.000 dolarlara tekrar düşmüş oldu. Ülke banka hortumlamaları neticesinde o gün itibari ile 50-60 milyar dolarını kaybediyor, hortumlanıyor. Fakat bu gün bile biz üzerinden 15 sene geçmiş vaziyette, 15 sene sonra bile bunun faizlerini ödemekle karşı karşıya kalıyoruz. Bu inanılmaz bir şey, ekonomik de depresyon aslında.

İş adamlarına; devlet yetkilileri, bakanlar, ya devalüasyon olacak gelin paranızı alın diye bilgi de verip gelip son gece para çektikleri gibi olaylar da var...

Artık çıkacak herhalde onların hepsi ortaya, belki Sayın Çiller de konuşur. Çünkü o olayların en canlı örneklerinden biri de oydu o sistemin içerisinde. Biliyorsunuz Erbakan Hoca rahmetli oldu Allah rahmet eylesin tabi mutlaka onun anlattıkları, bıraktıkları vardır, ortaya çıkacak ama o dönemin canlı şahitlerinden Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel, Tansu Çiller  hayatta. Herhalde bir şekilde konuyu aydınlatıcı açıklamalar yapmaları gerekecek diye ümit ediyorum.

Bu krizin faturası; Türkiye’ye %50 kaybettirdi deniyor...

Aşağı yukarı yani hemen hemen yarı yarıya bir çöküntü oldu diyelim. O günlerde hatırlanacağı üzere Erbakan, Çiller hükümetinin devrilmesinden sonra, hani sanki Çiller’in başbakan olacağı şekliyle ortaya çıkan durum vaki olmayınca görev Mesut Yılmaz’a verilip hatta bir kaç gün içerisinde DYP’den 40 kadar milletvekilinin istifa etmesi olmak üzere yapılan operasyonlar içerisinde oluşturulan koalisyon bizi iyice 2001 krizine sürükledi ki o zamanlar onların 3’ünün toplamı %54’leri geçmişti oran olarak. Fakat o 3 tane partinin hiçbiri enteresandır 2002 seçimlerinde %10 barajını bile geçemeyerek, toplamda %14 gibi bir oy alarak baraj altında kaldılar. Yani halk bunları takdir ediyor, görüyor arada o partilerin hepsini bir anda silip attı. Sonuçta bir kere o günleri yaşamasaydık keşke diye düşünüyorsunuz ama demek ki yaşanacakmış, geriye döndüremiyorsunuz saati. Sonuçta o günlerden ders alarak önümüzde ülkenin hedeflerine ilişkin yol haritasını belirlememiz lazım.

Artık bundan sonra geri dönmememiz lazım. Bu olayı da bitirdikten sonra bizim bunlarla uğraşmak yerine artık tek hedefimizin Türkiye’nin ileri gitmesi ve bugün için 2023 yılındaki dünyanın ilk en büyük 10 ekonomisinde yer almak. İnşallah yarın 2050, 2070’leri de konuşuruz. Hedefler tayin etmemiz gerek ve bu hedefleri de kısımlara bölüp, 5 senelik, 10 senelik gibi. Mesela; bugün diyelim ki 2012’deyiz 2015’ de ne olacağız, 2020’de ne olacağız, 2025’de ne olacağız şekliyle 5 senelik 10 senelik hedeflerle planlar yapmak.

İş dünyası da hükümetler gibi 5 yıllık planlar mı yapar?

Yani 5 yıllık da yaparsınız, 10 yıllık da yaparsınız. Veya 10 yıllık bir plan yaparsınız onun 2 yıllık 5 yıllık bölümleri vardır. Tabi plan yapmadan gidenler de olabilir yani ama asıl hedefin olması lazım.

Ben şunu söylemek istiyorum; biz tabi ki bu geçmişimizle yüzleşeceğiz ki burada geçtiğimiz bir kaç sene içerisinde bu olaylar inceleniyor, bunun kısa sürede sonuca bağlanmasını arzu ediyoruz. Ondan sora bunları bir tarafa bırakıp ama bunlardan tabi ders almış bir Türkiye olarak, ileriye dönük olarak nasıl ilerleriz bizim buna bakmamız lazım. Birbirimizle uğraşmak yerine; hepimizin farklı kişilikler olduğunu kabul edip, farklı etnik gruplardan geldiğimizi kabul edip, belki farklı dil konuştuğumuzu kabul edip, farklı eğitim seviyelerine sahip olduğumuzun da bilincinde olarak, bu farklılıkları bir zenginlik olarak mütalaa etmek suretiyle asgari müşterekleri buluşturup Türkiye’nin hedefleri doğrultusunda bunları işlememiz lazım.

Tabi burada eksiklerimiz var mıdır?,  Var olacaktır ama onları da ortak akılla bulup, onları gidermek yolunda çalışmamız lazım. Bakın  Türkiye’deki herhangi bir tüccar, yurt dışıyla da çalışıyorsa ki şimdi hemen hemen büyük kısmı ülkemizdeki insanların yurt dışı ile temas halindeler, hiç tanımadığımız bir ülkeden hiç tanımadığımız insanlarla belki hiç dilini bile konuşamadığı kimselerle iş yapmaya çalışıyor. Burada biz o adamın diline, dinine, ırkına bakmaksızın bunu yapıyoruz. Demek ki biz bunu yapabiliyor isek, niye biz ülkemiz içindeki insanlara sen şucusun sen bucusun diyelim, kaldıki yüzyıllardır bu insanlar birbirleriyle bu topraklarda birlikte yaşamışlar. Tabi ki farklı kültür olacak, İstanbul’da veya çevresinde olan insanların farklı kültürü olacak, Erzurum ve çevresinde olanların farklı kültürleri olacak yada Güneydoğuda yaşayanların farklı kültürleri olacak bunlar bizim zenginliklerimiz. Bakın bugün Türkiye’nin turizminin artması için çaba sarf ediyoruz. Bu çaba sarf ettiğimiz noktada ben her zaman şunu söylerim; Türkiyede’ki turizm zenginliklerinden her hangi biri Türkiye’de olmuş olsa yurt dışından turistin Türkiye’ye gelmesi için geçerli bir sebeptir.

Yani şöyle söyleyelim sadece bir Aspendos olsa, sadece Truva olsa, sadece Efes olsa, sadece Kapadokya olsa, sadece Sümela Manastırı olsa, sadece Nemrut olsa, sadece Sultanahmet olsa, sadece Mevlana Hz. olsa gibi ülkemizin her bir zenginliğini ayrı ayrı düşünseniz ve bunlardan her birini orta yere koysanız Türkiye’nin göbeğine, bütün milletin doğru görmesi için Türkiye’ye gelmesi mubahtır haktır doğrudur. Şimdi biz böyle de değiliz o kadar hepsine sahibiz ki; Türkiye’ye gelmek için binlerce sebebiniz var biz bile bilmiyoruz sayılarını. Bu nereden geliyor? İşte zaman içinde oluşmuş farklı kültürlerin Anadolu’da yerleşmiş olmasından, değişik insanların yaşamış olmasından kaynaklanıyor. Biz bu kültürleri bir arada tutabilmişiz bu zamana kadar. Niye benim diyelim Doğu Anadolu’daki bir kardeşim Batıdaki kardeşimle oturup konuşamasın? Niye birbirlerine farklı gözlerle baksınlar? Hayır, öyle bir şey yok. Bakın MÜSİAD bünyesinde biz ülkenin genelinde, Doğusunda, Batısında, Kuzeyinde, Güneyinde şubelere sahibiz, hemen her yerinde. Ve biz oturuyoruz kocaman bir masanın etrafında Türkiye’nin geleceği ile ilgili proje geliştirmede ortak akıl üretiyoruz. Biz bu istişareyi Müsiad bünyesinde yapabildiğimiz gibi ülkemizde de yapabilirsek ki yaptık dünden bugüne kadar bir problem olmadı, biz ilerleyebiliriz, farklılığımızı görmeyiz. Biz hiçbir arkadaşımıza sen şuradan geldin senin annen şuydu baban şuydu demiyoruz. Yani bu da yine aslında komşularımızla sıfır sorun politikası çerçevesinde geliştirdiğimi iyi ilişkiler, onların da farklı olmasını dikkate alarak, bize daha sonra ekonomik gelişmelerin de artmasına vesile olduysa ve huzur getirdiyse aynı şekilde biz de kendi bünyemiz içindeki bu farklılıkları böyle kabul edip huzura kavuşabiliriz.

Ama önemli olan adil bir sistemin, insan hak ve hürriyetinin esas olduğu bir sistemin oturmasını sağlamak. Bunu yaptığımız ölçüde zaten kural konmuştur, sistem bellidir ve korkulacak bir şey yoktur. Yani sistemin kendi kendisine düşman üretmesine gerek yok.

Ülkeyi yönetenler çok sık yurt dışı ziyaretlerinde bulunuyorlar, dünya ile entegrasyon için çok sayıda çalışma ve iş birliği yapılıyor. Bu gezilerin tamamında Türkiye’nin her kesiminden, iş dünyasının bütün basamaklarından iş adamlarının hepsi o gezilere seve seve katılıyor. Son Çin gezisinde 300 tane iş adamı vardı mesela ve çok ciddi anlaşmalar yapıldı Çin’de. Bu tabiki sizin açınızdan sevindirici bir şey olmalı...

Bakın şöyle söyleyeyim bunun başlangıcı bildiğiniz gibi rahmetli Turgut Özal’ın dönemine rastlar. Allah gani gani rahmet eylesin. Çok geniş ufku olan birisiydi. Yani bir program vardı soruyorlar halka nasıl bilirsiniz diye, her biri farklı bir yönünü söylüyor toplamda baktığınızda demek ki hepsi olan bir kişilik. Gelişime, dönüşüme devamlı açık olan birisi. Ki o dönemde ben 84 yılında Amerika’ya gidiyorum 3,5 sene sonra döndüğüm zaman, Türkiye’de inanılmaz değişimlerin olduğunu görüyorum. Renkli televizyonun gelmesi özel kanalların açılması, duble yollar, otoyollar, barajlar, serbest piyasa ekonomisi gibi örnekler var.

Onların içinde en önemlilerden bir tanesi de yurt dışına insanları taşıma hadisesidir ki MÜSİAD’ın da başlangıç yıllarına rastlar. Rahmetli Özal da çok önemsiyordu ve birçok toplantısında ben hatırlıyorum MÜSİAD’a iş adamlarının üye olmasını isterdi. O alıyordu 100 kişiyi 200 kişiyi dışarıya getiriyordu, ilk defa o zamanlara rastlar bu. Türkiye’nin de dövize ihtiyacı vardı. O günkü koşullarda hatırlanacağı üzere bizim dışarıya petrol için verdiğimiz para; kendi gelirlerimizden çok daha fazla gibiydi. O günlerde tek gelir kaynağımız yurt dışında çalışan işçilerimizin dövizleriydi. O dönem tabi bunları geçtik biz. Sonra MÜSİAD bu şeyi alarak insanların yurt dışına çıkmasını, onların nasıl yurt dışında temas edeceğini, kimlerle görüşeceğini sağladı ki pasaportu bile yoktu bu insanların. Daha sonraki süreçte 90’lı yıllarda ki hakikaten sıkıntılı yıllardı 28 Şubat’ların da içinde olduğu ülkemize hiç bir şey kazandırmayan bilakis kaybettiren yıllardı. Ondan sonraki süreçte 2001’den sonra seçimlerle beraber başlayan süreçte, yoğun bir diplomasi hem yurt içi hem yurt dışı geziler, insanların bir şekilde yurt dışına taşınması, iyi ilişkiler kurulması, sıfır sorun politikasının ekonomik entegrasyona dönüşmesi... Bütün bunları görüyoruz.

Bir önceki dönemi hatırlayın rahmetli Bülent Ecevit dönemi. Yani tabi ki Allah her insanın başına hastalık getirebilir fakat öyle bir dönemi yaşadık ki evinden bile dışarı çıkamayacak, başbakanlığın 2. katına kadar yürüyerek gidemeyecek onun için asansör monte edilecek durumda bir yönetimimiz vardı. Cumhurbaşkanlığı da keza öyleydi. Şimdi böyle bir durumu düşündüğünüzde; aranızdaki farkı görebiliyor musunuz? Sayın cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar beraber veya ayrı ayrı geziler tertip ederek sizi yurt dışına taşıyorlar, yurt dışını Türkiye’ye taşıyorlar, forumlar yapılıyor, görüşmeler başlıyor e ne oluyor sonunda...

Bir başbakan bir cumhurbaşkanı gittiği ülkede kulis yapıyor, yani ihaleyi kendi ülkesinden firmalar alsın diye kulis yapıyor, pazarlık yapıyor mücadele ediyor...

Türkiye içinde öyle oldu geldiler başkanlar. Bütün bunlar dünyanın her tarafında herkes bunu yapıyor. Bu ülkenin menfaatlerini sağlamak adına, burada x firmasının y firmasının derdi değil bu, bu ülkenin derdi. Ne oldu tabi insanlarımız bu atak yapının içinde kendine yer bulmaya çalıştılar, adapte olmaya çalıştılar. Adapte olmaya çalıştıkça tabi onlar da çok çalışmak zorunda kaldı ve bu şekilde bugün 2011’de dünyanın en hızlı büyüyen 2. ekonomisi olduysak ve bunun içinde de en önemli payı özel sektör almışsa aslında bu hükümetin açmış olduğu yoldan gitmeye çalışan ve o yönlendirme sayesinde bir şeyler bulmaya çalışan özel çabaların sonucudur. Bu çabalar meyvesini vermiştir. Belki ülke ilk defa bu kadar yoğun çalışma bir mesaisini görüyor seneler sonra.

Yani 90’lı yılların tamamı ve 2000’li yılların başındaki o süreçler, krizler Türkiye’ye kaybettirdiklerini belki yeni yeni kapattırıyor...

Yazık keşke kaybetmeseydik de biz o günler 3.000 dolara çıkmışken oradan yukarı gitseydik.

Nereye gidiyoruz başkanım yani Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?

Şimdi bakın ben Allah’a çok şükür 4 senelik başkanlık sürecimi de tamamlayıp, önümüzdeki günlerde devredeceğim bir döneme geldik. Ben mühendisim, ekonomi tahsili yapmadım ama bu 4 senelik başkanlık dönemimde ekonomiyle ilgili gördüğüm en büyük hadise; ekonominin direkt olarak morale, motivasyona ve güvene çok bağlı olarak çalıştığıdır. Eğer siz ülkede insanları harekete geçirici bir güven ortamı sağlayabilirseniz, onlara yeterli iş ortamı bulabilirseniz ve yaptıklarınızla söylediklerinizle onların içindekini harekete geçirebilirseniz bu iş yürüyor. Son zamanlarda özel sektör eğer ileriye dönük olarak bir güvence görmezse niye parasını yatırsın veya niye dışarıdan borç alıp yatırım yapsın? Kimse elindekini kaptırmak istemez. İleriye doğru bir güven görüyor ve bu güveni kullanabilirsem böyle bir güven ortamında yer alabilirsem benim de işlerim iyi gider diye düşünüyor. İnsanlar da satabileceklerini görüyorlar ve üretim kapasitelerini arttırıyorlar. Bu güven ortamı bizi bu günlere getirdi.

İlerisi ile ilgili olarak; bu güvenin devam etmesi lazım, bu istikrarın devam etmesi lazım.

İlk 10 hedefini tutturabilir miyiz?

Tabi ki de tutturabiliriz yalnız bu bize bağlı. Yani ülkenin hepsine bağlıdır. Eğer biz bu birlikteliği muhafaza edebilirsek, ortak projeler geliştirip bu projeleri nasıl ilerletebileceğimiz noktasında kararlar alabilirsek ve bu kararları uygulayabilirsek ulaşırız.

Yapmamız gereken başka şeyler de var tabi ki. Türkiye son 10 yılında biliyorsunuz ki 10.000 doları aşan bir milli gelir seviyesine ulaştı. Buraya ulaşmak oldukça önemliydi. Hakikaten ciddi bir hükümet; olayı takip eden, çok yönlü düşünüp yurt dışı ile görüşüp pazarlık yolunu açabilen, içeride intizamı sağlayan, kaynakları iyi kullanabilen ve bunların sayesinde de 2.000, 3.000 dolarlardan 10.000 dolara ulaşan bir Türkiye gördük.

Gayrı safi milli açısından da düşünün; yurt içi hâsılamızda son 10 senede yaklaşık 3 kat arttı. İhracatımız 140 milyar dolarlara ulaştı. Bütün bunları hesap ettiğinizde, demek ki bir şey oldu burada. Zaten halk da bu yapılan çalışmaları takdir ederek en son ki hükümeti 3 dönemdir ve her seferinde de oyunu arttırarak getiriyor bu Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa olan bir hadise.

Bundan sonrası için hedef ilk 10’un içerisinde yer almak ise; bunu nasıl yapacağımızı iyi hesap etmemiz gerekiyor. Yaparız ama gerekçelerimiz var:

Birliktelik çok önemli uzlaşma ortamı çok önemli

Artık insanlarımız eğer ciddi çalışabilirseniz bir şeyler yapılabileceğini görmüştür onun içinde seçime giren partilerden ciddi programlar ister. Yani bir parti çıkıyorsa projeleri ile çıkması lazım. Bundan sonraki dönemde yapılması gereken şey yine bu uzlaşma ortamında iktidarda kim olursa olsun ileriye gideceği düşüncesi ile ülkemize proje getirici çalışmalar içerisinde bulunması lazım.

Yani diyorsunuz ki istikrar özveri ve birlikte çalışma...

Kesinlikle istikrar çok önemli, huzursuz olduğunuz ortamda güven oluşmaz, güven olmadığı ortamlarda insanlar yatırım yapmaz ve yatırım olmadığı zaman da istihdam oluşmaz, üretim oluşmaz. Bütün bunlar birbirleriyle bağlantılı.

Bundan sonraki dönemlerde bu istikrarı devam ettirebilmemiz için; satacağımız ürünlerde mutlaka içeriye yüksek katma değer sağlayıcı sistemleri geliştirmemiz lazım. Biz iş adamları olarak her birimize görev düşüyor bu konuda. Sürekli araştırmacı ve yenilikçi olmamız lazım.

MÜSİAD olarak bir rapor açıkladık Küresel Rekabet İçin Ar-Ge ve İnovasyon diye.

Son dönemde yine incelemelerde bulunursak; Ar-Ge gelirleriyle ilgili veya Ar-Ge gelişimleriyle ilgili olarak hükümetin konuya çok önem verdiğini ve desteklerin 10 yıl öncesi ile mukayese edilemeyecek durumda olumlu olarak değiştiğini görüyoruz. Fakat bunun ürüne dönüşmede hala daha sıkıntı olduğunu tespit ettiğimiz için, daha bize fayda sağlamadığını gördüğümüz için bu raporu düzenledik.

Eğer ilk 10 ekonomi içerisinde yer almak istiyorsak ve ileride daha da büyümek istiyorsak bilgi üretmemiz ve ülkeye katkıda bulunmamız lazım. Cari açığımızı körükleyen etkenleri ortadan kaldırmamız lazım. Bunların başında da enerji var. Enerjide ciddi yatırımlara girmemiz ve çeşitli alanlarda kullanmak üzere ülkemize temin etmemiz gerekiyor.

Enerjiyi halletmemiz lazım ki oradaki kaynaklarımız gitmesin, içeride üretimi artırıp kaliteleştirip farklılaştırmamız gerekiyor ki ileri gidebilelim. Bunlarla beraber bunu yapacak insanları da yetiştirmemiz lazım. Eğitim sistemimizde hala ciddi sıkıtılar var.

4+4+4 hakkında...

Bunu geliştirmek üzere bir sistem ortaya atılıyor 4+4+4 vs. sonrasında hemen feryatlar kopartılıyor. İnsanlarımız da gelişmeye karşı yani olacak iş değil. Bu sistemin mutlaka değişmesi lazım, düzeltilmesi lazım ve ileriye dönük olarak o hedeflere uygun insanlar yetiştirebilmemiz gerekiyor.

* Kamu yönetiminde ciddi reforma ihtiyacımız var, tabi başlandı bunda da yapılmadı demiyoruz yapanlar var. Ama bunu birden kırmanız mümkün değil.

İnsanların ileriki hedeflere zihinlerini hazırlamaları ve o yönde çalışmaları gerekiyor.

* Yargı reformu çok önemli. Bugün mutlaka yapmamız gereken bir şey. Mevcut anayasa da eğer iyi idare edenler olsa bu şekilde gidiyor ama halk yaşadığı ortamda düzgün bir yargı sisteminin olmasını ister.

Şimdi biz yurt dışından yatırım çekmek istiyorsak; adam bilmeli ki ben Türkiye’ye geldiğimde hiçbir hakkım zayi olmasın.

Yani biz hedeflerimiz doğrultusunda sahip olduğumuzun en iyisini istiyoruz. Onun için yargı sistemi, kamu yönetimi sistemi, eğitim sistemi çok önemli ve bunlarla beraber ülkenin teknoloji geliştirebilmesi, yüksek katma değerli bir hale gelmesi bu hedeflerimize inşallah katkı sağlayacak.

Yurt dışındaki bilim adamlarını ülkeye çekmek adına çalışmalar var sanırım...

Evet, yeniden yapılanma içindeler, birçok değerli kesim hem yurt içinden hem yurt dışından içeri toplamaya başladılar. İnşallah çok yarar getirecek.

Son 10 yılda MÜSİAD ne kadar büyüdü?

Bizim hedefimiz ilk başta ülkemizin gelişmesine katkı sağlamak ve bunu yaparken de hiçbir şahsi menfaat düşünmeden sağlamak. Bugün tabi biz 22 senelik bir kuruluşuz. 22 senede bahsettiğim gibi birçok rapor hazırladık. Dergiler yayımladık, insanlara bir şeyler vermeye gayret ettik. Bunların sonucunda baktığımızda biz bu tatbikat sahasının ancak son yıllarda gerçekleşebildiğini görüyoruz. Biz büyümeyi bizim düşüncelerimizin fiiliyata geçirilip geçirilmemesi ile orantılı olarak görüyoruz. Son 10 senede Allah’a çok şükür bunların çok geniş manada geçirilmiş ve bunun da ülkeye katkı sağlamış olduğunu gördüğümüz zaman diyoruz ki, maksat hâsıl oluyor.

Tabi ki son 10 yılda da bir konuda daha hükümetin hakkını teslim etmek lazım; hükümet yetkilileri sadece Müsiad’la değil bütün sivil toplum kuruluşları ile sorunların çözümü noktasında ortak akıl üretmeye gayret etti. Ve 2008 döneminin sonuna rastlayan kriz döneminde de benim başkanlık dönemime rastladığı için rahatlıkla söyleyebilirim ki bakanlıklar tarafından yapılan birçok toplantılarda biz davet edilerek görüşlerimizi paylaşmak imkânını elde ettik. Ve bunu yaparken de hiçbir şekilde şahsi bir menfaat gütmeden ve her bir davet edildiğimiz toplantıya da hazırlıksız olarak gitmedik. Hep önerilerle gittik.

Bakınız IMF ile ilgili olarak da biliyorsunuz Türkiye’de her kesim 2008’in başında Mayıs ayında bitecek olan IMF anlaşmasının devamı noktasında görüş bildiriyordu. Bu görüş bildirmeler 2008 sonunda başlayan krizden sonra çok daha derinleşti ve sonuçta öyle bir yere geldi ki sanki biz IMF ile anlaşma yapmazsan batarız, perişan oluruz şeklinde artık tehditvari bir hava aldı. Ben o günkü toplantılara Müsiad başkanı olarak katılıyor iken, kendimi bile sorgular hale geldim ben yanlış mı düşünüyorum diye. Tabi ki benim şahsi fikrim değildi MÜSİAD olarak istişareler sonucunda oluşturduğumuz bir fikirdi. Tek başımıza kalıyorduk, kendimizden bile şüphe etmeye başlıyorduk zaman zaman. Ama sonuçta Müsiad’ın dediği bu fikrin hükümet tarafından uygulanmış olması sonucun ne kadar olumlu olduğunu gözler önüne serdi.

IMF uygulamaları da zaten dünyada çok başarılı olmuş uygulamalar değil…

Başarılı olmadı evet, bizde de 19 kere anlaşma yapıldı biliyorsunuz, 19.’su hariç hepsi şeydi ki 19’una da orda hakikaten ciddi bir disiplin içeride sağlandığı için o fayda sağlamıştır.

Hiç ekonomiyle ilgilenmeyenler bile bahsettiğiniz koalisyon döneminde devlet memurlarının maaşını ödeyebilmek için gidip IMF kapısında aylarca beklenildiğini, yalvarıldığını biliyoruz…

Kesinlikle 1 milyon dolar için bile böyle sıkıntı çekilmişti…

Şimdi önceki konuya dönecek olursak; önerilerimiz inşallah tatbikata geçti. İtimat edilen bir kurum oluşturduk. Zaten Müsiad sadece bizim dönemimizde değil, diğer başkanlarımız döneminde de kendine güvenilir, düzgün çalışmalar yapan bir kurum olarak ortaya çıkmıştır. Belki bu dönemde biraz daha kurumsal olarak ön plana çıktı herhalde. Biz bu şekilde ciddi bir dönem geçirdik. Geçtiğimiz dönemde bu 10 sene içerisinde 4 seneliği de Ömer Bolat başkanımız yapmıştı benden önceki dönemde. O da çok ciddi ve güzel bir çalışma dönemi geçirmişti. İnşallah hayırlı olmuştur diye ümit ediyorum. Ben şöyle görüyorum tabi ki bunlar sadece ülkeye faydalı olarak yaptığınız çalışmalarla kalmıyor, ülke geliştiği zaman siz de gelişmiş oluyorsunuz, sizin üyeleriniz de gelişmiş oluyor. Bugün geldiğimiz noktada ilk 500’de ilk 1000’de yaklaşık 50’şer üyemiz var. Kriz döneminde bile 1 milyar dolar yatırım yapan firmamız var. Yine biz hala içimizde küçükleri, orta boyları muhafaza ettiğimiz gibi, artık yani ilk 500’ler listesine giren firmalara da sahip hale geldik. Bu da bizi sevindiriyor tabi yani direkt olarak amaç o olmamakla beraber ülke kalkınmasına katkı sağlayan üyelerimizin olması, geniş manada istihdam sağlayan firmaların olması bizi memnun ediyor.

Ülke ihracatının yaklaşık %15’ini yapan firmalarınız varsa eğer bugün, yaklaşık 105 milyar dolar gayrı safi milli hâsılaya katkı sağlıyorsa üyeleriniz; bu bizi ziyadesiyle memnun ediyor. Türkiye büyüdükçe biz büyüyoruz, biz büyüdükçe Türkiye büyüyor.

Ak parti döneminde dindar iş adamlarının çok kazanmadığını diğer tarafın daha çok kazandığını söylemiştiniz...

Hani hep derler ya bu dönem bir şekilde Ak parti iktidarının kendine yakın olduğu kesimin önünü açtığı şekilde görüşler var. Bu tabi herkesin görüşü kabul edip etmemek size kalmış. Biz bunun böyle olmadığı kanaatini taşıyoruz. Böyle olması tabi kendi tercihimiz falan değil...

Keşke böyle olmasaydı demiyorsunuz değil mi?

Hayır demiyoruz, empati yapmaya çalışıyoruz burada.

İktidara yakın olana hiçbir kıyak geçilmedi mi yani?

Hayır, tabi ki öyle bir şey söz konusu değil. Bir kere kendi 4 senemi çok net olarak biliyorum hiçbir kimseye bu noktada ne bir aracılık etmişizdir, ne bir menfaat sağlamışızdır. Zaten biz menfaat odaklarına karşı kurulmuş bir kuruluşuz, böyle bir şey yapmamız mümkün değil kendimizi inkâr etmek gibi bir şey söz konusu olur. Ki böyle bir şey söz konusu değil. Ama kimin neyi nasıl kazandığını bilemeyiz biz sonuçta. Ama biz ortam iyileştikçe herkesin bundan kazandığını düşünüyoruz. Ki bu kazananlar arasında büyük firmaların çok daha fazla kazandığını düşünüyoruz. En basit olarak firma ismi vermeye gerek yok da bir x otomotiv firmasını inceleyin o zamanlar ne kadar üretip ne kadar kazanıyordu, şimdi ne kadar üretip ne kadar kazanıyor. Bundan gocunmuyoruz tabi ki bunlar ülkenin kalkınması bir zenginlik. Ben sadece yahu bunlar geldi şöyle oldu diye yok öyle bir şey. Bu psikolojiden kurtulmamız lazım.

Burada helal olarak iş yapmak çok önemli; siz kimsenin hakkına girmeden doğru yolla ticaretinizi yaparsanız kazanırsınız.

Mesela şu an ki çıkan teşvik yasası önceki yayınlananların üzerinde çıktı. Bu yasaya baktığınız zaman diyor mu ki sen dindarsın bundan daha fazla faydalanırsın? Öyle bir şey yok yeter ki git o bölgeye yatırım yap.

Kitaptan yansımamış güzel bir anekdotu izimle paylaşır mısınız?

İnşallah önümüzdeki günlerde çıkacak kitap. Ben çok derinliğine girmedim şöyle istedim okuyucular bir kaç gecede okusun bitirsin hemen. Yaklaşık 200 sayfalık bir yapıt. Bunun içinde biraz Cihad'ı anlattık, onun içinde bile güzellikler var. Bazen hoşunuza gidecek, güleceğiniz hadiseler var, bazen de üzüntülü şeyler var.

Kitaptan yazdığınız bir anınızı anlatır mısınız?

Bir gün bir arkadaşımızın arabasının termostatı Amerika’da bozuluyor. Orada bıraksak olmaz değiştiremeyiz de. Ne yapacağız diye düşünüyoruz çünkü Calamus’a da gitmemiz lazım. Sonunda benim arabayla onun arabasını çektik. Türk usulü çözüm halatlarla. Yanımızdaki arkadaşlarımız da fazla şoförlüğü olmadığı için benim arabaya onu oturtturduk ben arkaya geçtim hani arkadan çarpma olayı olmasın diye. Yolda tabi fren şişiyor o arabayı çalıştırmadığı için. Arada bir çalıştırıp bırakıyorum tabi onlar frene bastığı için aradaki mesafeyi muhafaza etmek çok zor. Yani böyle terleyerek gittiğimizi hatırlıyorum.

Haber7

Haber Kaynağı : Haber7.com

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209