Kafası dolu, cebi boş filozof: Marks

ciddi Marksizm okumaları yapanlar açısından, özellikle Marx’ın günlük yaşamına dair ipuçları barındırması itibarıyla dikkate alınması gereken bir kitap.

Kafası dolu, cebi boş filozof: Marks

Ayça Yılmaz'ın kitap kritiği

Dünyayı ve toplumları anlamak ve hiç kuşkusuz değiştirmek bakımından insanlığa eşsiz bir yöntem bırakan Karl Marx, sanırım tarihin en çok tartışılan şahsiyetidir. O zaten tarihi anlamak için de son derece önemli bir yöntem geliştirdi… Karl Marx’ın torunun oğlu Robert-Jean Longuet tarafından kaleme alınan ‘adlı kitabı okurken de aynı yöntemi kullanmak lazım. Aslı 1977’de Fransızca basılan ve geçtiğimiz ocak ayında Yordam Kitap tarafından yayımlanan kitap, Karl Marx biyografileri arasında pek de ‘revaçta’ olanlar arasında sayılamaz. Yine de ‘Büyük Dedem Karl Marx’, ciddi Marksizm okumaları yapanlar açısından, özellikle Marx’ın günlük yaşamına dair ipuçları barındırması itibarıyla dikkate alınması gereken bir kitap.

‘Marx okumaları’ konusunda bazı görüşleri tartışmadan önce, yayınevinin kitap tanıtımında geçen şu sözlere dikkat çekmek gerekir:

‘Bilimsel sosyalizmin kurucusu Karl Marx’ın soyundan gelen, toplumsal, siyasi incelemeleri ve etkinlikleriyle aile geleneğine sadık kalan Robert-Jean Longuet, bu kitapta büyük dedesinin ve Marx ailesinin yaşamını tanıtıyor.’

Marx’ın ‘soyundan gelmek’ en azından Marx’ın kendisi için otomatik olarak onun düşünce ve eylemine ‘sadık kalma’ gibi bir sonucu doğurmuyordu tabii. Yine de, ailesinin ertesi kuşaklarından pek çok komünist eylemcinin çıktığını biliyoruz. Ne var ki, Robert-Jean Longuet, bunlardan biri olmasa gerekir. 21 Mart 1987 tarihli New York Times gazetesi Longuet’nin ölümünü duyururken, onun komünist olmadığını, II. Dünya Savaşı döneminde De Gaulle taraftarları arasına katıldığını ve komünistlere, ‘Siz dedemin düşüncelerini çarpıtıyorsunuz’ diye seslendiğini yazıyordu. Robert-Jean Longuet’nin De Gaulle taraftarı olduğunu Fransızca kaynaklar da doğruluyor…

Elbette, kendisini ‘komünist’ olarak tanımlayan pek çok acayip parti ve hareketin ‘dede’nin düşüncelerini çarpıttığı, en azından dondurup ‘dogma’ haline getirdiği doğrudur. Hatta Sovyetler Birliği’nin yozlaşma pratiği Marksizmin çarpıtılmasının şahikası olarak kayda geçirilebilir. Yine de, tüm bunlar teselliyi De Gaulle’ün saflarında aramayı gerektirmezdi herhalde… Öte yandan, iyi yazılmış, bilgi ve olgularla desteklenmiş biyografilerin, ne kadar sade olursa olsunlar, kişileri kendi tarihsel koşulları içine yerleştirmede hayli yararlı olduğu açık. Bu, ‘Ciddi bir Marx okuması nasıl yapılır?’ sorusuna da bir yanıt teşkil edebilir.

Bugünün akademisinde, Marx’ı kendisinden okumak yerine, Marx’ı yorumlayanların eserlerine iltifat ediliyor. Örneğin, 1848’de kaleme alınan ‘Komünist Manifesto’ ile 1951-52 yılları arasında yazılan ‘Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i’ni karşı karşıya getiren, birini ‘araçsalcı’ ilan ederken, diğerinde ‘devletin göreli özerkliği’ tanımını bulan ‘yorum’lar, siyaset bilimi öğrencilerine birkaç batılı akademisyenin tartışması üzerinden, ekseriyetle de Marx’ın ‘çelişkisi’ biçiminde aktarılıyor. Oysa, ‘Komünist Manifesto’nun, adı üstünde bir ‘bildirge’ olduğu, diğerinin ise bir analiz kitabı olduğu tüm bir tartışmada göz ardı ediliveriyor… 

İki arkadaş...

O halde, öncelikle Marx’ın düşüncesini şekillendiren tarihsel koşulları anlayabilmek, o güne damga vuran tartışmalar hakkında fikir sahibi olabilmek icap ediyor. Bunun için de biyografiler ve tarih kitapları önemli bir fırsat. Mesela Türkçede yayımlanmış en önemli ‘başlangıç’ metinlerinden biri, David Riazanov’un ‘K. Marx-F. Engels Hayat ve Eserlerine Giriş’ adlı kitabı olsa gerektir. Belge Yayınları’ndan basılan bu kitaba ne yazık ki her kitapçı rafında rastlanmıyor. Oysa, Marx ve Engels’i anlatırken, “İki arkadaş arkalarında granitten daha güçlü, bir mezar yazıtından daha özlü, dev bir anıt bıraktılar. Bize bilimsel bir araştırma yöntemi, devrimci strateji ve taktik kuralları bıraktılar. Çevremizdeki gerçekliğin incelenmesinde ve kavranmasında hala son derece derin bir kaynak görevi görmekte olan, tükenmek bilmez bilgi hazinesi bıraktılar” ifadelerini kullanan Riazanov, Marksizmin doğuşunu tarihsel koşullara öylesine ustaca yerleştirerek anlatıyor ki, ardından gelecek Marx ve Engels okumaları gerçek karşılığını bulmaya başlıyor.

‘Büyük Dedem Karl Marx’ da, her ne kadar sınırlı bir içeriğe sahip olsa da, yöntemsel olarak doğru bir kurguyla kaleme alınmış. Almanya’da geçen gençlik yıllarının Alman felsefesiyle yoğruluşu, ardından Fransa’da canlı bir devrim geleneğine ve sosyalizm tartışmalarına dahil oluşu, nihayet Britanya’ya geçerek orada ekonomi-politik çalışmalarına yoğunlaşması, Marx’ın hayatının özetidir. Kitap, aynı izleği takip ediyor. Nitekim Lenin de, 1913 yılında yazdığı ‘Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Bileşeni’ başlıklı makalesinde, ‘Onun doktrini, felsefenin, ekonomi politiğin ve sosyalizmin en büyük temsilcilerinin öğretilerinin doğrudan ve dolaysız bir devamı olarak doğmuştur… Marksist doktrin, Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizminde temsil edilen, insanlığın on dokuzuncu yüzyılda yarattığı en iyi ürünlerin meşru mirasçısıdır’ ifadelerini kullanıyordu…

‘Büyük Dedem Karl Marx’, ayrıca, Marx’ın insani yanlarını anlatması bakımından değerli bir biyografik eser. Daha lisedeyken ne denli dirayetli bir genç olduğunu, muhbir öğretmenine koyduğu tavırdan anlayabiliyoruz örneğin. ‘Kavgacı, gururlu, bağımsız, baskılara ve adaletsizliklere düşman’ bir gençten söz ediyoruz… 

Kafası dolu, cebi boştu

Daha sonra, filozof ve gazeteci Moses Hess’in yazar Berthold Auerbach’a yazdığı 2 Eylül 1841 tarihli mektuptaki ifadelerle, “Rousseau, Voltaire, Holbach, Lessing, Heine ve Hegel’i gözünün önüne getir –bir araya toplanmış olarak demiyorum, tek bir kişide bütünleşmiş olarak- Dr. Marx’ın nasıl biri olduğunu anlarsın.”

Özellikle felsefi polemiklerinde Marx’ın nasıl nüktedan bir kişiliği olduğunu da açığa çıkarmak mümkün. Ne yazık ki, kafası o kadar dolu olan bu adamın cebi ekseriyetle boştu ve kötü yaşam koşulları nedeniyle evlat acısıyla tanıştı. Mücadelesi esnasında oradan oraya sürgün gitmek zorunda kalırken, barınacak doğru düzgün bir yer bulamıyor, çocuklarını yeterli besleyemiyor ve büyük acılar yaşıyordu. Bu yaşamöyküsünü bilmeyen ve ‘Büyük Dedem Karl Marx’ı okuyan herkes, Marx’ın insanlık tarihini etkileyen devasa eserini nasıl ortaya koyabildiğine hayret edecektir kuşkusuz.

Ve tabii Karl Marx da neticede ‘kız babası’dır! Kızı Laura’nın müstakbel kocası Paul Lafargue’ye, henüz flörtleri döneminde yazdığı mektuptaki şu ifadeler hayli ilginç: “Kanımca, gerçek aşk kendisini ihtiyatla, alçak gönüllülükle, hatta aşığın idolü karşısındaki utangaçlığıyla belli eder, kesinlikle, tutkunun kapıp koyuverilmesinde ve erken bir samimiyet gösterisinde değil. Kendinizi savunmak için kreol mizacınıza sığınıyorsanız, benim görevim de mizacınız ile kızımın arasına sağduyuyu sokmak. Onun yanındayken Londra’nın enlemine uygun bir tarzda sevmeyi beceremiyorsanız, onu uzaktan sevmeye katlanmanız gerekecek.”

()

Haber Kaynağı : Haber7.com

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209