'İmam-Hatipler'deki hurafeler temizlenmeli'

İmam-Hatip’ten Katolik Liselerine, Ali Şeriati’den Nietzsche’ye birçok soruya felsefik bir bakış..

'İmam-Hatipler'deki hurafeler temizlenmeli'

Edebi ve Felsefi yazılarıyla tanınan Ali Aygün'ün son kitabı 'Böyle Buyurdu Nietzsche-Enel Hakk' adlı roman ile okuyucularının karşısına çıktı.

boylebuyurdunietzsche.com adresinde yazılarını takipçileriyle paylaşan AYGÜN, İmam-Hatip’ten Katolik Liselerine, Ali Şeriati’den Nietzsche’ye, Hallac-ı Mansur’dan Muhyiddin-i Arabi’ye, Gurbetçilerimizden Kürt Sorunu’na ve Sömürgecilikten Cihad’a kadar geniş kitleleri ilgilendiren konuları değerlendirdi. İşte Ali Aygün’le yazdığı romana ve hayat felsefesine dair paylaştığımız sorular ve konular:

REYHABER: Öncelikle Böyle Buyurdu Nietzsche-Enel Hakk adlı kitabı yazmak için nereden esinlendiniz?

Ali AYGÜN: İşin doğrusu benim çocukluğum babamın sufilerce yazılmış kitaplarını okumakla geçti. Yunus EMRE ve Mevlana’dan eserlere ilaveten İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Marifetname’si ve İmam Gazali’nin 6 ciltlik İhya-i Ulumiddin’i gibi birçok kitabı daha ilkokul yıllarında okudum.  İmam-Hatip Lisesi’nde dini ağırlıklı eğitimle başlayan düşünsel yolculuğumuz Mülkiye’de pozitivist bir eğitimle devam etti. Her akıl ve vicdan sahibi insan gibi ben de derin düşüncelere ve tefekküre daldığımda bunları kelimeye dökmeyi ihmal etmedim. 2000’li yıllarda ise Nietzsche ile tanıştım ve düşünsel derinliğimle beraber samimiyet ve ihlasım da arttı. İşte not ettiğim tüm düşünceler Nietzsche ile tanışınca adeta taçlanmış oldu ve ben de bunları nasıl insanlara ulaştırabilirim diye düşündüğümde, tek cevap yüzyıllardan beri kullanılan bir yöntemdi:  Hikayesini yazmak.

REYHABER:  Böyle Buyurdu Nietzsche-Enel Hakk  adlı felsefi romanın hikayesi hakkında kısaca bilgi verir misiniz? Okurun ilgisini çekecek cazip konular var mı yoksa adındaki felsefi kavramı gibi ağır ve yorucu mu?

Ali AYGÜN: Hayır, aslında çok cazip konularla dolu kitabımız. Mesela SALOME-NIETZSCHE-PAUL üçgeninde devam eden bir aşk hikayesi var, Peter ve Clara’nın aşk öyküsü var, Gurbetçi İbrahim’in kaçırılması ve eşi Fatma’nın aklını kaybederek “tek kişilik orduya” dönüşmesi ve Almanları öldürmeye başlaması gibi hayatın içinden gelen olaylarla dolu kitabımız. Tabii bunlara ilaveten Almanya’daki gurbetçilerimize dazlakların saldırıları, Türklerle Kürtlerin dazlakların saldırılarına karşı tepkileri, Küreselleşme Karşıtları gibi sosyal ve felsefi konular da ele alınmakta, Nietzsche ve İbrahim’in diyaloglarında ise Batı ve İslam düşüncesi karşılaştırılmaktadır.      

REYHABER: Herhangi bir yazarın romanıyla kıyaslarsanız, sizin kitabınızı etkileyen yazar veya yazarlar kim olabilir?

Ali AYGÜN: Aslında her yazar tüm okuduklarının, gördüklerinin, duyduklarının ve düşündüklerinin hissettiği ilhamlarla bütünleşmesinin ifadesidir kitaplarında. Ama illaki kitaba damgasını vuran yazarlar kim derseniz, ben DOSTOYEVSKİ ve Ali ŞERİATİ diyebilirim, tabii NIETZSCHE’yi söylemeye gerek duymuyorum. Dostoyevski’nin insan beynini mıncıklayan çok boyutlu düşüncelerini ben diyaloglar şeklinde dile getirmeye çalıştım. Ali Şeriati’yi diyaloglardaki mazlum ve mağdurların, ezilen ve sömürülenlerin çığlıklarında görebilirsiniz. Bu çığlıklarda aslında hem Hallac-ı MANSUR hem Muhyiddin-i ARABİ hem de NIETZSCHE’yi duyabilirsiniz. Yeryüzünün sahte ilahlarına meydan okurken ise MEVDUDİ’nin “İlah, Rab, İbadet, Din” kitabındaki  tevhid anlayışı  ile karşılaşırsınız.   

REYHABER: Böyle Buyurdu Nietzsche-Enel Hakk kitabını bir roman yazmak için mi yoksa bir kesime mesaj vermek amacıyla mı yazdınız? Hangi okur kitlesine hitap etmeyi düşünüyorsunuz?

Ali AYGÜN: İşin doğrusu başta belirttiğim gibi önce düşünce vardı, hikaye elime kalemi alınca sonradan bir ilham gibi aktı kağıtlara. Okur kitlesi olarak genç, yaşlı, kadın, erkek, Müslüman, gayrimüslim gibi ayrıma gitmiyorum, düşünen herkese hitap ediyor bu roman. Kısacası bu roman “BİREYİ” muhatap alıyor ve düşünen her ferdi “BİREYİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ELİNDEN ALMAK İSTEYEN SAHTE YERYÜZÜ İLAHLARININ TEKÇİ-OTORİTER DEĞERLERİNE” karşı uyarmaya çalışıyor. Tabii bütün bunları aşk maceraları ve toplumsal olaylar içerisinde anlatarak mesajın ağırlığını hafifletiyor ve okuru sıkmamaya çalışıyor.

REYHABER: Nietzsche bir ateist midir, yoksa yanlış anlaşılmış bir filozof mudur? Nietzsche’nin TANRI, İSLAM ve İNSAN görüşü hakkında sizin kanaatlerinizi ve İslam Medeniyeti açısından Nietzsche’nin önemini açıklar mısınız?  

Ali AYGÜN: Nietzsche asla bir ateist değildir, 1300’lü yıllarda yaşayan İslam sufilerinin, Hallac-ı MANSUR ve Muhyiddin-i ARABİ’lerin 500 yıl sonra Avrupa’da yükselen vicdanı ve ilahi sesidir. Onun karşı çıktığı şey Hristiyanlığın Tanrı anlayışıdır. Nitekim şöyle der: "Bizi farklı kılan, tarihte, tabiatta veya tabiatın arkasında hiçbir Tanrı tanımamamız değil, Tanrı diye hürmet edileni, Tanrı'ya benzer bulmamamızdır! Bunun yerine acınası, garip, zararlı olduğunu ve yalnızca hata değil, yaşam karşısında suçlu olduğunu bulmamızdır!..." Peki durum böyleyken neden yanlış anlaşılıyor efendim? Çünkü herkes kendi inandığını görmek istiyor yazarın kitabında. Size bir örnek vereyim. Stephen HAWKING’in “Zaman’ın Kısa Tarihi” adlı kitabını okuyorum. Kitabın önsözünde yayınevi yazarın tanrıtanımaz olduğunu ilan etmiş. Kitabı bitirdiğimde ise ben kitabın “Allah’ın varlığını ispatladığını” düşünüyorum. Hatta Hawking “Birleşik bir teoriyi keşfederek Tanrı’nın aklını okumayı” hedefliyor, bu insana hangi akıl sahibi Allah’a inanmıyor diyebilir. Bütün mesele eğitim sisteminin, tamamen fizik dünya ile ilgilenip metafiziği reddetmesi yani dini ve dünyevi ilimlerin ayrılmış olmasıdır. Bu nedenle yarım hoca dinden, yarım doktor candan etmeye devam etmektedir maalesef...

Gelelim Nietzsche'nin İSLAM hakkındaki görüşüne. Kendi diliyle cevap verelim: “Hıristiyanlık, bizi, kadim dünyanın [antik Yunan ve Roma] kültürünün mahsulünden mahrum bırakmıştı. Üstelik bununla da yetinmemiş, daha sonraları, bizi İslâm kültürünün mahsûlünden de mahrum etmişti. Aslında bize (insan olarak bize], Grek kültüründen de, Roma kültüründen de, esasta, temel meseleler açısından daha yakın olan, bizim [insan olarak] duygularımıza, zevklerimize ve seçimlerimize daha doğrudan hitap eden İspanya'daki o harikuâde İslâm kültürü ve İslâm kültürünün eşsiz birikimi ayaklar altına alınarak çiğnenmiş ve yok edilmişti (-bunu yapan ayağın ne tür bir ayak olduğunu söylemeye dilim varmıyor, ne yazık ki!-) İyi de, neden? Nedeni şuydu: Çünkü İslâm kültürü, asil bir kültürdü; çünkü İslâm kültürü, kökenlerini, temellerini insan fıtratına borçluydu [insanın fıtrî özelliklerini muhafaza edebilmesine borçluydu]; çünkü İslâm kültürü, İspanya'daki Müslüman hayatının nâdir bulunan, nefis hazinelerinin üzerinde bile hayata Evet diyordu!... Daha sonraları, Haçlılar, estirdikleri o toz bulutunun ortasında, aslında önünde diz çökmeleri gereken, diz çökmekle daha iyi bir iş yapmış olacakları bir şeye karşı, asil bir kültüre karşı, bizim bugünkü 19. yüzyıl kültürümüzle mukayese edildiğinde, bizim çağdaş kültürümüzün, kendisini, İslâm kültürünün yanında son derece 'yoksul' ve oldukça 'geç kalmış' bir kültür olarak görebileceği böylesine asil ve yüksek bir kültüre karşı savaş açmışlardı. Haçlılar, ganimet peşinde koşuşturuyorlardı, hiç şüphesiz ki. Çünkü Doğu, İslâm dünyası, zengindi..."

Bu açıklamaların, İslam Medeniyeti’nin kendi müntesipleri tarafından aşağılandığı bir yüzyılda Nietzsche tarafından dile getirilmesi çok önemlidir ve İslam alemindeki tüm aydınlara duyurulmalıdır ki Batı Uygarlığı karşısında hissettikleri aşağılık duygusundan kurtulabilsinler, kendilerine olan özgüvenleri artsın ve insanlığa yeni bir soluk, yeni bir medeniyet anlayışı sunabilsinler. 



REYHABER: Yine kitapta “Hallac-ı MANSUR’un derisini yüzen, NIETZSCHE’yi delirten, Ali ŞERİATİ’yi öldüren, GALILEO’yİ asmakla tehdit eden ve Yunus EMRE’yi zındık ilan edip sorguya çeken aşağılık bir ırkın mensupları yine hükmünü sürdürüyor dünyada” diyorsunuz. Bu aşağılık ırkı günümüzde kimler temsil ediyor? Bunlar bir grup mu, cemaat mi, modern topluluklar ve dernekler mi yoksa muktedir hükümetler mi?

Ali AYGÜN: Hayır, burada asla bir grup, cemaat veya parti hedef alınmıyor. Hedef alınan, bir zihniyettir. Öyle bir zihniyet ki, bireyi hiçe indirgiyor ve kula kulluğu tesis etmeye çalışıyor. Kısacası bireyin özgürlüğünü tehdit eden her tür tekçi-otokratik değerler sistemini hedef alıyoruz burada. Tek parti dönemlerini ve diktatörlük rejimlerini elbette hedef alıyoruz ama sadece bu değil. Genel olarak buradan muradımızı, web sitemizin sloganıyla ifade edebiliriz: “BÜTÜN İNSAN GELECEĞİ İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE KİMLERDİR?” “Biz her şeyin en doğrusunu biliyoruz, sizin araştırmanıza gerek yok ve sorgulamanız da yasak” diyenlerdir. 

REYHABER: Kitapta ayrıca Almanya’daki gurbetçilerimizi de konu etmişsiniz. Hatta baş kahramanlardan İbrahim bu gurbetçilerden biri. Netameli konulardan Kürt Meselesinin de, cihad konusunun da bu romanda olduğunu görüyoruz. Bütün bu konuları “medeniyetler çatışması” bağlamında birleştirmiş gibisiniz. Bunu nasıl başardınız? Bu üç konuda, yani Almanya’daki GURBETÇİLERİMİZ, KÜRT MESELESİ VE CİHAD konusunda, bize yaklaşımlarınızı kısaca anlatır mısınız?

Ali AYGÜN: Bu üç konuyu Medeniyetler Çatışması bağlamında birleştirdim çünkü konu tam da bunları birleştirmem ve yüzyıllık acılarımızı ifade etmem için tasarlandı zaten. Biz yenildik. Biz derken bir medeniyeti kastediyorum, İslam Medeniyeti’ni. Bu medeniyetin başı Türk Milleti, gövdesi, kolları, bacakları ve organları ise Arabı, Kürdü, Farsıyla tüm Müslümanlar idi. Fars diyorum çünkü Şiilik o dönemde emperyalizme karşı koyacak güce sahip değildi, sadece hilafet bu güce sahipti. Fakat Medeniyetin başı olan Hilafeti kopardılar gövdeden. Nasıl? 1909 yılında Sultan ABDÜLHAMİD’i tahttan indirdiler, bu da yetmedi, Almanlar Sadrazam MAHMUT ŞEVKET PAŞA’yı 1913 yılında öldürterek tüm yetkileri yeni yetme bir Binbaşı olan Enver’e devretmeyi başardılar ve bu sayede ENVER PAŞA’yı  kullanarak dekadant Avrupa’nın savaşına Osmanlı İmparatorluğu’nu dahil ettiler. Sultan ABDÜLHAMİD bu savaşın geleceğini görmüş ve savaşa katılmama kararını çoktan almıştı, ATATÜRK de karşıydı Birinci Cihan Savaşı’na girmemize. Hikaye buradan başladı, kafa kopartıldıktan sonra, önce İslam Medeniyetinin gövdesi olan Araplar köleleştirildi, Kürtlerin bir kısmı Türkiye’de kalarak bu köleleşme sürecinden kurtuldu. Fakat artık yeni cumhuriyetin ideolojisi Fransız anlayışında bir Batıcı Milliyetçilik üzerine kurulmuştu ve bu durumu İngilizler çok iyi değerlendirdiler. Kuzey Irak’ın Türkiye’ye katılmasını Şeyh SAİD Ayaklanmasıyla engellediler. İnönü’yü Başbakan yaparak da Atatürk’ün Serbest Piyasa Ekonomisi anlayışı yerine Devletçi ekonomiyi ikame ettiler. Böylece Türkiye Batı İttifakı’nda olsa da PİYASA EKONOMİSİ olmadığı için kalkınamayacaktı. Dolayısıyla Batı’nın planı, İslam Medeniyeti’nin başı olan Türkiye’yi de yüz yıl içinde köle yapma, bir daha ayağa kaldırmama planı üzerine kuruluydu, içerde silahlı güçleri buna göre dizayn etmişler ve İslam adına ayağa kalkanın kafasını ezmeye göre kurgulamışlardı, tıkır tıkır da işledi doğrusu. 1960’lara gelindiğinde Devletçi ekonomiye itiraz eden Menderes’i astırdılar, medeniyetin başı olan Türkiye’nin insanları fakirlik ve açlıktan Almanya’ya modern köleler olarak gittiler, en ağır koşullarda çalışan işçiydiler artık. İşte hikayemiz buradaki göçmenler arasında da nasıl bir Alman planının işlediğini, Müslüman Türkler ve Kürtlerin de nasıl Araplar gibi köleleştirildiğini, bir daha Türkiye ayağa kalkamasın diye Türk-Kürt ayrımının nasıl kullanıldığını, Almanya’da Müslümanların nasıl ikinci sınıf muamelesi gördüğünü, dazlak ırkçılarca nasıl öldürüldüklerini ve Müslümanların bu saldırıya karşı nasıl birleştiklerini ve “CİHAD” silahıyla cevap verdiklerini, küreselleşme karşıtlarının da vicdanı olan Hristiyanlardan oluştuğunu ve dazlaklara karşı nasıl mücadele ettiğini anlatmakta, Almanların ve genel anlamda Batı Uygarlığı’nın İslam Medeniyeti’nin başına ördüğü fitneye ışık tutmaktadır.

Şimdi bahsettiğiniz üç konu hakkında kısaca cevap vereyim çünkü cevap uzadı.

BİRİNCİSİ, GÖÇMENLER.  Müslümanlar artık göçmen işçi olmaktan kurtulmalıdır, bilgi teknolojileri denilen yüksek teknolojiyi temel alarak ve kendileri icatlar yapacak özgür beyinler yetiştirerek Sultan ABDÜLHAMİD’in torunları olduklarını göstermelidirler.

İKİNCİSİ KÜRT MESELESİ. İslam bizi kardeşler kıldıktan sonra ırk nedeniyle kavga edersek, Allah’ın laneti üstümüze gelecek, 20.Yüzyıldaki Araplar gibi kızlarımız cariye, oğullarımız köle olacaktır. Türk’ün, Arab’ın, Kürd’ün ve diğer ırkların birbirine üstünlüğü yoktur. Türkiye, Kürdüyle Türküyle, Arabıyla Farsıyla, Azeri ve diğer Türkistan Türkleriyle, tüm Ortadoğu’nun beyni hükmündedir, o halde adaletle hükmeden Osmanlı ve Selçuklu mirasını benimserse, tekrar cihanşümul bir medeniyeti hem de hayal edilemeyecek büyüklüğe ulaşacak şekilde inşa edebilir. Bu nedenle öz medeniyetimize dönmeli, ilhamı oradan almalı, dar kafalı Fransızların uydurduğu ırkçı ve baskıcı bir Milliyetçilik anlayışı yerine, İslam Medeniyeti’nin öngördüğü, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları’nın başarıyla uyguladığı bir Vatan ve Medeniyet sevgisine dayalı Milliyetçiliği ikame etmeliyiz.

ÜÇÜNCÜSÜ, CİHAD KONUSU. Cihad, zulmedilen tüm Müslümanlara Allah’ın bir hediyesidir. Che GUAVERA zulme başkaldırınca alkışlayanlar neden “Cihad” denilince burun kıvırıyorlar. Bugün Müslümanlar halen ayaktaysalar, Flistin’de, Irak’ta hatta Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da mücadelelerini “cihad”a borçludurlar. ATATÜRK’ün Çanakkale Savaşı’nda anlattığı sahne gözlerimin önünden geçiyor, “bir dakika sonra öleceklerini bilerek her manga sırasını bekliyor ve ileriye atılıyordu”. Ben İslam Medeniyeti’ne ve Türk Milleti’ne, önce bölgelerinde sonra yeryüzünde fitneden eser kalmayıncaya, Din sadece Allah’ın oluncaya ve tüm yabancı güçler dışarı atılıncaya kadar mücadele etmelerini vasiyet ediyorum. O zaman tekrar 20.Yüzyıl’ın başında sahip olduğumuz güce ulaşmış olacak ve oradan Fatih’lerin çağını modern ilim ve irfanla yakalayacağız. Kısa kesmek için son cümle, “ya Endülüs gibi yok edileceğiz ya da Osmanlı gibi büyük bir cihanşümul medeniyet kuracağız.” Seçim bize yani tek tek medeniyetimizin bireylerine aittir.          


REYHABER: Dazlakların ilkel hayvan olduğunu, Nietzsche’nin yılanının bile dazlaklardan daha bilge olduğunu onun ağzından açıklıyorsunuz. Nietzsche’nin yılanı nasıl bir varlıktır burada ve neyi sembolize ediyor? Ayrıca Yılan ve Kartalı konuşturarak neden gerçekçi bir roman içinde bir anda gerçeküstücü bir romana doğru yöneliyorsunuz, sürrealizme doğru kayıyorsunuz, sonra tekrar bir sarkaç gibi gerçekçiliğe hızla geri dönüyorsunuz?

Ali AYGÜN: Doğrusu bu tamamen Nietzsche’nin kitaplarından aldığım ilhamla gelişmiş bir olaydır. Yılan bilgeliği temsil eder genel olarak literatürde, ben de bu anlamda bilgeliği yüceltmek ve kitaba biraz da ilginç olabilecek gerçeküstücü bir hava vermek istedim. Ağır düşünce girdaplarından sonra okuru biraz rahatlatır diye düşündüm.

REYHABER: Romanın kahramanlarından İbrahim Nietzsche’ye “Yeni bir ırk mı yaratmalıyız?” sorusunu soruyoyor. Nietzsche de ırkçı olmadığını, “insanların gen soyunu yok etmek isteyen biri değilim” sözleriyle cevaplıyor. Bilindiği gibi Erzurum’da bir eğitimci  “Zararlı çocuklar yürümeden yok edilsin" diyerek tepki çekmişti. Nietzsche’nin eleştirdiği düşünce Erzurum’daki bu eğiticinin düşüncesi mi? Bu anlamda Nietzsche’nin ırkçılığa karşı olduğunu söyleyebilir miyiz? Karşı ise ÜSTİNSAN ile neyi ifade etmektedir?

Ali AYGÜN:  Tabii tabii Nietzsche eğer bu eğitimciyi görseydi, ona maymunsu bir aklın sefil düşüncesi olarak bakar ve aşağılardı. O eğitimci değil bence tedaviye muhtaç bir hastadır kanaatimce. Nietzsche kitaplarının hiç birinde asla bir ırkı, dini, dili veya rengi diğerine karşı yüceltmemiştir. Onun yücelttiği şey, “üretken, çalışkan, hayatı sanatla güzelleştiren, hayat karşıtı değil hayat yanlısı, en önemlisi de aklı ve bireyi özgürleştiren” bir zihniyet ve toplumsal kültürdür. Bu nedenle Endülüs Medeniyetini yüceltmiş ve Hristiyan Kültürünü aşağılamıştır.   

Gelelim Üstinsan’a. Nietzsche şöyle der: “İnsan bir iptir ki hayvanla üstinsan arasına gerilmiştir. Uçurumun üstünde bir ip. Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir yolculuk, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir ürperiş ve duraksayış.” Ben bunu okurken Tin Suresi’ni hatırlıyorum hemen, siz de bir bakın anlayacaksınız, aslında Nietzsche'nin “esfeli safilin” ve “ahseni takvim” kavramlarını dile getirdiğini. Benim ÜSTİNSAN’dan anladığım ise, “yeryüzündeki bireyleri kulları yapmaya çalışan sahte ilahlara meydan okur” üstinsan. Özgür aklıyla, kocaman yüreğiyle yazarak ve mücadele ederek meydan okur. “İmamı AZAM, Hallacı MANSUR, Muhyiddini ARABİ, Şemsi TEBRİZİ, Ali ŞERİATİ, Seyyid KUTUB, BRUNO ve Cadı ilan edilen Catherine MONVOISIN” gibi öldürülürler, “cadı avındaki papazlar” gibi insan suretindeki sefil hayvanlar tarafından. GALİLEO, CALVİN, YUNUS EMRE, MEVLANA VE TAKİYÜDDİN gibi zındık ilan edilebilir ve aforoz da edilebilirler, gözlemevleri de yıkılabilir, iktidarları ve çıkarları için bireyleri ebediyen köle kılmak isteyen sefil din adamları, devlet adamları veya işadamları tarafından. Ama  Cemil MERİÇ’in güzel üslubuyla cevap verelim onlara: “Oysa bilmez ki, o mutlu tecelliler (dehalar) olmasaydı kim bilir dünya bugün hangi karanlıklara sürüklenmişti? Çevre ile izah edemeyiz dehayı. Çevrenin eseri olmaktan çok yaratıcısıdır deha. Dahi, münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen; zirveden zirveye akseden şarkı. Bu cüceler asrı ne dehaya inanıyor ne de fazilete…” Onlar olmasa insanlık bir adım ilerleyemezdi, bu çok nettir. Onlar bence Allah’ın insanlığa merhametiyle göndermiş olduğu hediyelerdir. Nietzsche'nin yapmak istediği, tüm insanlardan olabildiğince çok üstinsana köprüler inşa etmektir ki bizde bunun adı kamil insanlardır. Kamil insanların azaldığı toplumlar çöküşün başladığı toplumlardır ki biz Müslümanlar bu çöküşü 200 yıldır farklı coğrafyalarda olsak da aynı kaderi şiddetli depremler halinde hissederek yaşıyoruz, oğullarımız köle, kızlarımız cariye oluyor ya da zulümle öldürülüyoruz...        


REYHABER:  Eserin sonlarında İbrahim’in dilinden, Müslümanların da Hz. İsa’nın takipçilerindeki bağnazlık düzeyine ulaştığını, aklı esir aldıklarını, bilimin önünü kapattıklarını ve dört İncil gibi dört mezhebi katı dogmalar ilan ederek Kuran-ı Kerim’in analitik ve esnek yapısını önemsemez olduklarını ve bu nedenle Batı Medeniyeti karşısında yenilgiye uğradıklarını ifade ederken aslında ne söylemek istiyorsunuz? Türk Milleti ve İslam Medeniyeti’nin yenilgi nedenleri üzerinde biraz durabilir misiniz?

Ali AYGÜN: Elbette. Katı dogmaların arttığı toplumlar, insanı köleleştirir, yaşamı çekilmez bir çileye dönüştürür ve insan aklı ile kalbini körelterek onları mutsuz hastalara dönüştürür. İşte bu yüzdendir ki Hazreti Peygamber, ona ait sözlerin yazılmasını uzun süre yasaklamış ve Kuranı Kerim’i yazın ve ezberleyin demiştir. Kur’anı Kerimi okuyanlar ne kadar esnek, hayat dolu, insan ruhu ve bedenine uygun fıtri -yani yaratılışımıza uygun- hükümler içerdiğini bilirler. Zaten bu dinamik ve fıtri Kur’ani düşünce, İslam Medeniyeti’ni üretmiştir. Tam da bunun aksine, esnek olmayan, yaratılışa ters, çok sayıda uydurulmuş hadis ve tartışılmaz kabul edilen insan sözleri olan mezhepler Kur’anı Kerim’in önüne geçince de, İslam Medeniyeti akla sırtını dönmüş, vicdan ise çıkar sahiplerinin işine geldiği gibi yalan hadislerle yönlendirilmiş, tekrar zulüm düzeni hakim olunca da İslamiyet hurafelerin hükümranlığında adım adım gerilemiştir.

Çağlar boyunca eksik olmamış, en başta akıl özgürlüğü olmak üzere daima bireysel özgürlükleri sınırlayarak insanı tekrar hayvan seviyesine indirip köle yapmak isteyen düşüncelere, inançlara, yönetimlere, bu baskıcı yapıların temsilcisi olarak kendilerine koşulsuz itaat edilmesini bekleyen ve bu davranışlarıyla ilahlık taslayan filozoflara, din adamlarına ve devlet başkanlarına en iyi cevabı Kur’an-ı Kerim’in yüzlerce tevhid ayeti veriyor.

Çok şükür ki “apaçık anlaşılır-mübin” diye Allah Teala’nın ilan ettiği kitabı yani Kur’anı Kerimi bozamamışlar, değiştirememişlerdir. YUNUS, MEVLANA, HALLACI MANSUR, MUHYİDDİNİ ARABİ, MEHMET AKİF, bana göre Kur’ani düşünceyi savunan, hurafelerin egemenliğini reddeden, dolayısıyla İslam Medeniyeti’nin düşüşüne çareler sunan büyük ve kamil insanlardır.  Bugün eğer halen Türk Milleti ve İslam Medeniyeti’nin geleceğe yönelik bir medeniyet umudu varsa bu, KUR’AN-I KERİM’in varlığı sayesindedir, yeter ki insan ürünü akıldışı ya da tahrif edilmiş sözlerle kirletmesinler.

REYHABER: Son söz kısmında Kitabı baştan sona okuyanların yaşamlarında önemli değişikliklerin olacağını düşündüğünüzü yazmışsınız. Ne tür bir değişimi kast ediyorsunuz?

Ali AYGÜN: Aslında yukarıda açıkladığımız konulardan da anlaşılacağı üzere, kitabı okuyan insanlar, köle mi yoksa akıl ve vicdan sahibi özgür bir insan mı olacaklarına, insanın yeryüzünde nesne mi yoksa  özne mi olacağına karar verecekler. Ve ben onların ikincisini seçeceğini düşünüyorum ki Nietzsche'nin de yapmaya çalıştığı, kamil insanların da yapmaya çalıştığı budur. Amacımız hep daha çok insana ulaşmak ve hep daha iyi bir dünya kurmak, bu da ancak KAMİL ÜSTİNSANLARIN sayısını artırarak mümkün olabilir. Yoksa İnsan ırkı yok oluşa doğru gidebilir.      

REYHABER: Son söz kısmında Kitabın filme dönüştürülmesini neden vasiyet ediyorsunuz?

Ali AYGÜN: Verdiğimiz mesajın olabildiğince çok insana ulaşması, okumayı sevmeyen fertlere de film olarak sunulması, insanlığın geleceğinde daha iyi bir dünya kuracak kamil üstinsanları artırması ve tehlikelere karşı uyarması açısından önemlidir diye düşünüyorum.  

REYHABER: Başka edebi çalışmalarınız olacak mı? Yoksa yakınlarda yeni bir kitap düşüncesi yok mu?

Ali AYGÜN: Aslında bazı çalışmalarım var ama zaman ayırıp baştanbaşa gözden geçirmek gerekiyor. Malum düşüncenin sorumluluğu büyük, dikkatli bir incelemeden sonra yayımlayabilirim ancak.  Altı Şiir kitabı hazırladım, ama şiire o kadar önem vermiyorum, düz yazılarım daha öncelikli benim, ölmeden önce yayımlamalıyım. Ayrıca bu romanın devamını da kaleme almak en büyük arzum.

REYHABER: Böyle Buyurdu Nietzsche - Enel Hakk adlı kitabınızın giriş kısmında İMAM-HATİPLİLERİN üniversite sınavlarında puanlarının kırılarak mağdur edilmeleri yerine, müfredatlarının ıslah edilerek eğitime devam etmesini öneriyor ve akabinde ABD’deki KATOLİK LİSELERİNİ örnek gösteriyorsunuz. Konuyu biraz açar mısınız?

Ali AYGÜN: Evet,  bu konu İmam hatipliler camiasının büyük bir problemi. Çok mağdur olan arkadaşımız var. İşte yukarda bahsettiğimiz akla sahip olan ama vicdandan yoksun materyalist Batı zihniyetinin sahipleri, eşit soruya cevap veren bir İmam hatipliye daha az puan vermeye çalışıyorlar. Bunun adalet olduğunu ancak Batılı Sömürgecilerin tedrisatından geçmiş kuklaları söyleyebilir, bir müslümansa asla! Bu bir. Çok şükür 10 yıl geçtikten sonra geçen yıl düzeltilebildi ancak. Buna mahkemede itiraz eden vicdanın ne kirli bir vicdan olduğunu söylemeye gerek yok bence. Bu iki. Ve son olarak, Katolik Liseleri de Amerika’da eğitim vermektedir diyerek eleştirimizi anlamayanlara modern dünyadan örnek verirken, hükümetimize de İmam Hatip Okullarında öğretilen hurafelere dayalı bilgileri temizlemelerinin İslam Medeniyeti ve Türk Milleti’nin geleceği açısından önemli olduğunu vurgulayarak hatırlatıyorum.

REYHABER: Verdiğiniz emekten dolayı ve söyleşi için teşekkür ederiz.

Ali AYGÜN: Ben de sizin emeğiniz ve katkınız için teşekkür ederim.

Haber Kaynağı : Haber7.com

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209