Uyuşturulmuş beyinler -2

 Uyuşturulmuş beyinler -2
Bir önceki yazımda sosyal ve geleneksel medyada örneklerine çok sık rastladığımız bir bağımlılıktan bahsetmiştim. Ben bu hastalığa “televizyona ve dizilere bağımlılık” diyorum, çünkü yabancı ülkelerde 1940’lı yıllardan beri devam eden, oyuncuları yaşlandıkça yerine yenileri gelen, arkası yarın dizilerini yıllarca seyrederek ömrünü geçirmiş insanlar var. Dozajını izleyicinin belirlediği, 4 mevsim/4 duyguluk filmler var: Kışın ağlamaklı, yazın eğlenceli, yani her mevsime uygun ruh hali ile artık ne kadar uyuşturulabiliyorsanız uyuşturuluyorsunuz... Tıpkı bir sigara bağımlısı gibi, birini söndürüp diğerini yaktırıyorlar. Siz fark etmeden sizi bir diziden diğerine alıştırıyorlar. Hatta araya reklam girmesini bile istemeyenler oluyor. Bu insanlar dizi başındayken dış dünyayla bağlantılarını tamamen kesip adeta insanlıktan çıkıyorlar. Soru sorduğunuzda cevap vermiyor, müthiş sinirlenip içine girdikleri büyüden kendilerini koparmak istemiyorlar.

Bunun bir savaş taktiği olduğunu bilmeden, tüm gününü internetteki dizi izle sitelerinde geçirenler, bazı yarışma programlarındaki vahşeti heyecanla seyredenler, “yemekteyiz” programlarındaki çekişmelerden zevk alanlar, evlendirme programlarındaki bayağı esprilere ve basitliğe alışanlar… Bir süre sonra bu insanlar bu bağımlılığın hayatlarının bir parçası haline geldiğini fark edip kurtulmak isteseler de tıpkı bir ampulün etrafında sürekli uçup sonra istemese de gelip yapışan böcekler gibi o çarkın arasına kendilerini kaptırıyorlar. Fark ettiklerinde ise çoktan günü birlik yaşayan, gerçek hayatın sorumluluklarından kaçan, çevresindeki olaylara tepkisiz kalan, sadece kendi menfaatini düşünen, egoist ve bencil bireylere dönüşmüş oluyorlar. Hiç bir vizyona/ideale sahip olmayan, çevresindeki olaylara gittikçe ilgisizleşen, üreticiliği kalmamış, çalışmadan para kazanma hayali içinde olan, pek iş yapmaya yanaşmayan, vurdumduymaz ve asalak bir hayat yaşamak istiyorlar.

Elbette ki ben “film ya da dizi hiç seyredilmez” demiyorum, burada kastedileni iyi anlamak lazım. Çok vakit harcamadan, dinlenmek ve eğlenmek için izlenebilir. (Tabi burada kastettiğim insanların birbirini aşağıladığı programlar değil, bu programlardan zevk almak bile ahlaki çöküntüdür.) Burada önemli olan televizyonun bizi esir almasına izin vermemek, beynimizi, duygularımızı, ideallerimizi, en önemlisi de vicdanımızı köreltmesine imkan tanımamaktır. Mısır’da gerçekleşen askeri darbeye yönelik hiç bir bildiri/kınama yayınlayamayanların, Suriye’de yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine karşı ses çıkarmayanların evlerinde dizi seyrederek uyuşanların bu konu üzerinde bir kez daha düşünmelerini istiyorum. 1.5 milyarlık İslam aleminde, hala kadınlara tecavüz edilip çocuklar öldürülürken, insanlar acımasızca yurtlarından sürülürken, binlerce Müslüman çocuk aç ve sefil yetim kalırken, beyinlerimizi böyle sahte senaryolarla afyonlayarak sorumluluklarımızdan kaçamayız. Sevgiyi, barışı ve kardeşliği Türkiye'de ve dünyada hakim etmek hepimizin üzerine borçtur, Bunu da ancak milli şuur ile, birbirimize kenetlenerek, dış dünyadaki tehlikelerden haberdar olarak ve yalnızca kendi ülkemize değil, tüm dünyaya sahip çıkarak yapabiliriz. Aksi bir bakış açısını “Müslümanım” diyen birinin hamiyet-i İslamiyesine yakıştırmaması gerekir.

YORUM EKLE

banner309

banner225

banner209