Süreç

              Bu coğrafya da bulunan bir ülkeyi ve özellikle de bu ülke Türkiye gibi liderliğe oynayan bir ülke ise, onu elde tutmak, yönlendirmek kolay değildir. Sadece hükümet ile arayı iyi tutmakla başarılı olunamaz. Ülkede mutlaka kanaat önderi olarak görünen bazı kişileri de elde tutmak ve gereken noktalarda devreye sokmak gerekir.

                Görünen yüzüyle ABD ya da dünyayı yöneten, yönetmeye çalışan gruplar, Türkiye’de kanaat önderi olan veya bu konuma aday olan kişileri bu mantıkla her zaman yanında tutmaya çalışmıştır. Yakın tarihte buna birçok örnek vardır. Mesela İskender Evrenosoğlu (İmam İskender MİHR) buna örneklerden bir tanesi. Sahte peygamberliğini ilan edene dek ABD’nin özellikle Amerika’da yaşayan Türkler üzerinde anavatan için istedikleri algıyı yaratmakta kullandıkları bir şahıs. Bunun gibi birçok algı oyunlarında kullandıkları şahıslar vardı, var.

             Şimdi bu noktada hükümet mevzuuna bakıp konuyu birleştirip toparlayalım. Türkiye’de Atatürk hükümeti dahil hiçbir hükümet ABD ve ya eşdeğer güçlerin onayını almadan asla kurulmamıştır. Erdoğan Hükümeti de ABD’nin izni ile kurulmuş bir hükümettir fakat tek bir farkla!!!

          Erdoğan diğer hükümetlerden farklı bir bakış açısıyla çıktı yola. Öncelikle şunu çok iyi biliyordu. Gerek ekonomik dengeler gerekse iç dinamiklerden dolayı istese de istemese de ülkeyi ABD’nin istediği bir hükümet yönetecekti. Bu nedenle iktidara geldiği seçimlerden önce yapılan bir davetle ABD’ye gitti ve onların seçtiği bir kişi olarak döndü. Erdoğan ABD ile görüşmelerinde uzun vadede bir oyunu bozmanın peşindeydi.  Ulaşmak istediği Büyük Türkiye hayali için ABD’nin kendisini kullandığını hissetmesini istiyordu. Çünkü aksi bir durumda güçlenmeden çeşitli oyunlarla alaşağı edilmesi an meselesi olurdu. Bu sayede belirli bir süre kazanacak ve bu sürede en azından iç dinamiklerde güçlü hale gelecekti. Yani aslında ABD Erdoğan’ı kullanıyorum sanırken Erdoğan ulaşmak istediği hedefte ABD’yi kullanacaktı.

 İktidar süresi bu şartlarda başladı. Erdoğan yakın tarihten ince dersler çıkarmış birisiydi. Öncelikle kendisine kaliteli, konusunda uzman aynı zamanda güvenilir bir ekip kurmak zorundaydı. Zira her konuyu kendisi bilemez, her konuda yeterli bilgiye sahip olamazdı. Bu bağlamda Ahmet Davutoğlu gibi bir dış politika uzmanını Ali Babacan gibi bir ekonomi üstadını, Beşir Atalay, Ömer Çelik gibi konusunda uzman birçok kişiyi yanına alıyordu. Diğer taraftan özellikle 28 Şubat sürecinde basının inanılmaz gücüne en yakından şahit olmuş ve acısını yaşamış birisi olarak Medya ile vurulma ihtimalini de asgariye indirmek için medya alanında yapılanma, medyaya nüfuz etme yoluna gidiyordu. Bu planlı çalışmaların yanı sıra bu yolda ki ekip arkadaşları içerisinde Hocaefendi olarak saygı duyduğu Fetullah Gülen’de vardı. Bazı yapılanmalarını fark etmiş olmasına rağmen “imanlı insanlardan zarar gelmez” mantığı ile bu hareketin yapılanmasından zarar öngörmüyordu. Ufak tefek iç sorunlar dışında plan tıkır tıkır işliyor, ülkede ekonomi hızlıca iyileşiyor, memur maaşlarını ödemek için IMF’e yalvaran ülke, yıllarca cebren toplanan zorunlu tasarruf paralarını bile “devlet vatandaşına borçlu kalamaz” mantığı ile ödüyor, ülke duble yollarla çevriliyor, harçlar kaldırılıyor, her şehirde yeni üniversiteler açılıyor, hastaneler yapılıyor, eğitimde, sağlık da ve bir çok alanda devrimler yapılıyordu.

Erdoğan bunlarla yetinmemeye kararlıydı. Artık belirli normların dışına çıkma vakti gelmişti. Örneğin İran’la ticaret yapmak için para akışını kontrol etmek için kullanılan swift kodu kullanılmadan belirli şahıslar kullanılarak İran’ın menkulleri ticaret malzemesi yapılıyordu. Öyle ki bu ticarette dolaşan paranın miktarını kimse takip bile edemiyor ve bu herkesi çıldırtıyordu. Tabi ki bu durum artık ABD’yi ve diğer bağlı güçleri ciddi şekilde rahatsız etmeye başlamıştı. Dur demenin zamanı gelmişti onlara göre. Yoksa önü alınamayacak bir yükseliş vardı ve ivmeleniyordu. Artık yerli uçaktan, yerli otomobilden, 3.Köprüden, 3. Havaalanından hatta Lozan’ı delebilecek Kanalİstanbul gibi dev projelerden bahsediliyordu. Şimdi bir bahane bulunmalı ve artık Erdoğan’a dur denmeliydi. Çünkü kullanıyorum sandıkları Erdoğan kontrolden çıkmış artık kendi ilkelerine ve senaryolarına zarar verecek bir güce ulaşmaya başlamıştı.

 Bahane bulmak uzun sürmedi. Gerçekten doğa hassasiyeti olan bir grup gencin başlattığı Gezi Park’ı eylemi bulunmaz nimetti. Bu eylem hemen içeride besledikleri küçüklü büyüklü eşcinsel derneklerden ufak partilere kadar uzanan geniş portföyde ki gruplar tarafından sahiplenildi. Mısır’da, Lübnan’da yaptıkları gibi sosyal medya yalanları da olayları körüklüyor, diğer insanlarda olayın içerisine çekilmeye çalışılıyordu. (Bir gencin üzerinden Toma geçmiş, polis halkın üzerine ateş açmış vs.)Medya ayakları ve yönettikleri para baronları da bu harekete gizli açık destek veriyorlardı.

Fakat bu hareket uzun süremedi. Çünkü Erdoğan geçmiş hükümetler gibi teslimiyetçi bir süreç geçirmemiş, yapılanmış, kökleşmişti. En önemlisi de Anadolu halkının gönlünde kök salmıştı. Diğer taraftan kendine yakın medya ve teşkilat yapılanması ile her dakika gezi yalanlarını anında deşifre ediyor, halkın bu yalanları tek taraftan dinleyip inanmalarına da engel oluyordu. Müteakip denemelerden sonra bu yolla hedefe ulaşamayacağını anlayan ABD, gizli bir silahı devreye sokmaya karar verdi. Aslında bu silahı kullanmak aynı zamanda o silahtan vazgeçmek anlamına da geliyordu. “Fetullah Gülen”… Fetullah Gülen başta bahsettiğimiz ABD’nin elinde tuttuğu sözde kanaat önderlerinden bir tanesi idi. Silah ortaya çıkarılmış ve ateşlenmişti.

Bu andan sonra Fetullah Gülen aslında Erdoğan’ında güvene dayalı, iyi niyetle, göz yumması ile kurduğu paralel yapılanmayı devre ye soktu. Gülen Brütüs rolüne bürünmüştü. Devletin kurumları içerisinde yapılandığı bütün güçleri harekete geçirerek Erdoğan’ı hançerleme operasyonuna başladı. İlk icraat ABD’nin en çok rahatsız olduğu İran ticareti üzerindendi. “Reza Zarraf” özelinde yanına bakan çocuklarının da katıldığı toplama birleştirme delillerle bir operasyon başlatıldı. Aslında Reza Zarraf olayında haksızda değillerdi fakat işin garip tarafı bu hukuksuz görünen ticaretin Türkiye’nin menfaatine olmasıydı. Dış yapıda operasyonu destekliyor hatta tarihte ilk defa bir ülke başka bir ülkenin mit müsteşarının kellesini istiyordu. İsrail Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan görevden alınmalı diyordu. Diğer taraftan bu güçlerin medya ayağı da çalışıyordu. Askeri vesayete darbeyi ilk vuran sözde gazeteci “Bavulcu Ajanlar” yeni kahramanlıklara soyunuyor, sosyal medyadan şu da var, bakın bu da olacak diye öncü sözcülük yapıyorlardı. Ama es geçtikleri o nokta yine gelip kendilerini vurdu. O da Erdoğan’ın milletin gönlündeki yeriydi ve bu ülkede millete rağmen hiçbir şey yapılamayacağıydı. Bu silah da boşuna ateşlenmiş evet yaralamış ama istenilen hasarı verememiş, öldürememişti. Oyunu oynayanlar bir yıl içerisinde ikinci büyük hezimeti yaşamışlardı.

Yerel seçime kadar büyük bir itina ile hep bir ağızdan kullanılan yolsuzluk argümanları bir dedikodu olmaktan öteye gidememiş ve onlara bir de seçim hezimeti yaşama sonucunu getirmişti.

Fetullah Gülen “Brütüs” rolünü seçti Hocaefendi olarak kalmak yerine. Fetullah Gülen ABD’nin kendisine biçmiş olduğu rolü oynamayı seçti. Çünkü vazgeçemedi şirketlerinden, dershanelerinden, TV’lerinden… Çünkü vazgeçemedi herkesin 10 metrekare odada yaşayıp inzivaya çekildiğini zannettiği villasından, kapısında bekleyen CIA’ye çalışan korumalarından… ABD ise kullanayım derken kullanılmanın acısını çekiyor bir süredir. Son silahlarının da ellerinden patlamasının şokunu yaşıyorlar. Çok sürmez Fetullah Gülen’e de bu beceriksizliğinin faturasını ağır şekilde keseceklerdir hep birlikte göreceğiz.

Peki, bundan sonra ne olacak? Kısaca şöyle diyelim. Oyunlar tabi ki bitmeyecek. Yeni senaryolar çoktan yazılmaya başlandı. Cemaat medyası hala çırpınıp, kendini efendilerine tekrar kabul ettirmeye çalışadursun, ABD yeni Brütüs’ler bulma çabalarına çoktan başladı.

Biz ise; ya oyunu bozanların yanında olup yeni tokatlar atacağız ABD’ye diğerlerine ve yeni Brütüs’lere yada geçmişe dönüp güdüme gireceğiz… Ya önü tarihte ilk defa bu kadar açılan ülkemize sahip çıkıp Büyük Türkiye hayaline doğru yürüyeceğiz, yada 60’ların 70’lerin vesayetlerle dolu hatta hatta 90’ların ortalama her iki yüz günde bir seçim yapılan istikrarsız Türkiye’sine geri döneceğiz. Ya tarihin yeni sayfalarında senarist olacağız ya da yazılan senaryo da bir figüran olmayı seçeceğiz.

Ya ekmeğimizi dillerine slogan yapıp bize yaranmaya çalışan sözde çatılara birer değersiz kiremit olacağız ya da Erdoğan deyip Büyük Türkiye yürüyüşüne devam edeceğiz. Seçimde karar da BİZİM!


YORUM EKLE

banner309

banner225

banner209