MISIR PRATİĞİNDE BATI’NIN ÇÖKÜŞÜ; DEMOKRASİ ve DARBE

Mısır Pratiğinde Batı’nın Çöküşü; Demokrasi ve Darbe” başlıklı basın açıklamamız dernek merkezimizde Hukuk Direktörümüz Mustafa Demiral tarafından yapıldı.

MISIR PRATİĞİNDE BATI’NIN ÇÖKÜŞÜ; DEMOKRASİ ve DARBE

 Onlarca yıldır diktatörlük yönetimleri altında ezilen Mısır, 2012 yılında, tarihinde ilk defa demokratik seçimleri gerçekleştirmiş ve seçimi kazanan Muhammed Mursi cumhurbaşkanlığı görevine başlamıştır. Ancak Muhammed Mursi dönemi 3 Temmuz’da gerçekleştirilen askerî darbeyle sona ermiştir. Darbeye gerekçe olarak, hükümetin demokrasinin gereklerini yerine getirmediği, halkın tamamını temsil etmediği gibi sebepler gösterilmiş, halkın büyük çoğunluğunun desteği ile iktidara gelen Mursi yönetimine Mısır’ın diktatörlük dönemlerinden kalan sorunlarını çözmesi için süre dahi tanınmadan askerî müdahale gerçekleştirilmiştir. Mısır halkının ilk kez kendi tercihleriyle işbaşına getirdiği yönetimin devrilmesine karşı gösterdiği direnç silahla susturulmaya çalışılmış ve sivil halka karşı açılan ateşle şu ana kadar yüzlerce insanın hayatının kaybettiği katliamlar gerçekleştirilmiştir.


Yaklaşık üç yıldır devam eden ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç, böylelikle üzerinde tekrar durulması gereken bir boyut kazanmıştır. Şüphesiz Arap Baharı süreci hem iç dinamikler, hem de bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen küresel güçlerin politikaları açısından ele alınması gereken çok boyutlu bir süreçtir. Bu sürecin en önemli ayağını da, tarihî, kültürel ve coğrafî konumu itibariyle Mısır’ın teşkil ettiği bilinen bir gerçektir.


Batı’nın asıl sorununun, Müslüman toplumun mevcut dünya sistemindeki yeri olduğu söylenebilir. Mısır’ın yanısıra özellikle son yıllarda küresel sistemin uygulamalarına karşı söz söyleyebilen Türkiye ve İran da, küresel güçlerin yıpratıcı politikalarıyla karşı karşıya kalmıştır. İhvan-ı Müslimin’in hem Mısır’ın, hem de İslam dünyasının en köklü yapılarından biri olması, Mısır’ın küresel güçler tarafından istenildiği gibi yönledirilememesini beraberinde getirmiş ve bu durum darbeyle noktalanan süreçte belirleyici olmuştur. Demokrasi ve insan hakları havariliğine soyunan iç ve dış unsurların, işin özünde Mısır’daki meşru hükümetin temsil ettiği değerlerle kavgası olduğu gözden kaçırılmamalıdır.


Küresel sistem Arap Baharı süreciyle üzerinde bir yük olarak gördüğü diktatörlük rejimlerini devirerek kendi çıkarlarına uygun yeni bir dizayn oluşturmayı hedeflemiştir. Ancak Mısır’da halkın büyük bölümünün Müslüman Kardeşler ve onun adayı olan Mursi’yi desteklemesi küresel sistem tarafından hoş karşılanmamış ve Mısır’da oluşan bu tabloya karşı dört koldan müdahale süreci başlamıştır. İçeride elit tabaka ve statükocu sivil-askerî bürokrasi, hayata geçirilmek istenen reformları engellemek için Mursi yönetiminin önünü tıkamış, dışarıda ise IMF ve kredi derecelendirme kuruluşları oyalama taktikleriyle Mursi hükümetine vakit kaybettirmeye çalışmıştır. Böylece Mısır uluslararası yatırımlar için riskli hale getirilmiştir. Nitekim bu girişimler, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki eşitsizlik, bürokratik engeller gibi Mısır’daki en büyük sorunların çözülmesini imkansız kılmış, böylece yönetim Mısır’da ve dünya kamuoyunda başarısız olarak lanse edilmiştir. Mursi’nin Mısır’da elitler ve sivil-askerî bürokrasi lehine olan ekonomiyi orta ve alt gelir düzeyine sahip geniş kitleler lehine dönüştürme çabası da başından beri engellenmiş ve baltalanmıştır. Yaşanan bu süreç, 28 Şubat’ta Türkiye’de yaşanan postmodern darbe süreci ile büyük benzerlikler taşımaktadır. Öte yandan AK Parti hükümeti de süreç içerisinde küresel sistemin ve ülkemizdeki statükocu zihniyetin benzer uygulamalarıyla muhatap olmuştur. Son dönemde yaşanan Gezi Parkı süreci bu uygulamaların son örneği olarak zikredilebilir.


Yıllardır İslam dünyasındaki totaliter rejimlerin toplum üzerindeki baskısı diktatörlere karşı ayaklanan insanların en güçlü meşruiyet dayanağı olmuştur. Ancak perdenin arkasında bu haklı isyan taleplerini kendi çıkarları için kullanan ve yeni tüketim alanları oluşturmaya yönelik girişimlerde bulunan küresel odakların varlığı göz ardı edilmemelidir. ABD ve Avrupa devletleri, bu süreçlere, siyasilerinin beyanatları, medya organlarının yayınları, kontrolünü ellerinde bulundurdukları kurumların uygulamalarıyla bizzat müdahil olmaktadır. Nitekim kısa süre önce yaşadığımız Gezi Parkı sürecinde başta Almanya Başbakanı Angela Merkel olmak üzere, ABD ve Avrupalı siyasilerin birbirini teyit eder nitelikte peşpeşe gelen açıklamaları, CNN, BBC, Routers, el-Cezire gibi uluslararası medya organlarının manipülatif yayınları, küresel finans kurumlarının sürece yaklaşımları bunun en yakın göstergesi olmuştur. Mısır’da da başında bu yana Batı’nın sürece yaklaşımı bu şekilde olmuş, Mursi yönetimi siyaset, medya, ekonomi ve diğer kanallarla kuşatılarak iş yapamaz hale getirilmiştir. Yine bilinen bir gerçektir ki, söz konusu küresel odakların ellerindeki en büyük silah; demokrasi, insan hakları, eşitlik, sivilleşme, liberalleşme gibi argümanlardır. Bu kavramlar yaşadığımız çağın neoemperyal araçları olarak karşımıza çıkmaktadır.


Bu sebeple;
Askerî darbeyi kabul etmeyen Mursi’nin bu tavrı, tarihî öneme sahip bir tavır olarak kayda geçmelidir.


Yönetime el koyan ordu, darbeye karşı çıkan ve Mursi yönetimini destekleyen halka karşı tutuklama yoluna gitmemeli, tutuklananlar acilen serbest bırakılmalı ve gerçekleştirdiği katliamların hesabını vermelidir.


Ülkede iç savaş ortamının oluşmaması için acilen Müslüman Kardeşler ve Mursi’nin katılabileceği bir seçim kararının alınması, tüm tarafların ve bölgenin huzuru için elzemdir. 
Mursi yönetimi ve onun temsil ettiği değerleri kabullenemeyen kesimlerin bu taleplerini şiddete başvurmadan demokratik yollardan dile getirmeleri Mısır’ın geleceği açısından oldukça önemlidir.
Askerî darbeye davetiye çıkaran Tahrir bileşenlerini oluşturan “liberaller”, “solcular”, “demokratlar”, “özgürlük yanlısı aktivistler”in sözcüsü durumundaki El-Baradey, tıpkı daha önce ABD’nin 2003’teki Irak işgalinde olduğu gibi, darbe sürecinde de önemli rol oynamıştır.
İslam dünyasının önemli bir ilim merkezi olan Ezher ulemasından bazı kişilerin darbe yanlısı bir çizgide görünmeleri, özellikle bağımsız İslam düşüncesinin ve Müslümanların onurlu duruşuna zarar vermiştir.


Başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez ülkelerinin darbe taraftarı olmaları ve Mısır’da onlara bağlı olan bazı Selefî grupların da benzer bir yaklaşımı benimsemeleri, bölgede küresel sistemin işbirlikçileri hakkında ipuçları vermektedir.


Küresel sistem, Mısır’daki darbeye açıktan destek vermiş ve seçilmiş iktidar aleyhine yapılan eylemleri yüceltmiş; ancak darbe karşıtı daha büyük eylemleri ise görmezden gelmiştir. Aynı egemen unsurlar, Türkiye’de Gezi Parkı eylemlerinde polisin su ve gaz kullanmasını şiddetle eleştirirken Mısır ordusunun sivil halkı katletmesine sessiz kalarak ikiyüzlülüğünü ortaya koymuştur.


Hür ve adil seçimle yönetime gelen sivil iktidarların maruz bırakıldığı bu antidemokratik darbe Mısır halkının kararlı ve bilinçli direnişiyle akamete uğratılabilirse, bunun, Ortadoğu coğrafyasında son 200 yıldır hüküm süren parametrelerin değişmeye başladığı anlamına geleceği bilinmelidir.

SİVİL HABER

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209