I. Dünya Savaşının 100. Yıldönümü: Emperyalizm ve İslam Dünyası Sempozyumu

I. Dünya Savaşının 100. Yıldönümü: Emperyalizm ve İslam Dünyası Sempozyumu

I. Dünya Savaşının 100. Yıldönümü: Emperyalizm ve İslam Dünyası Sempozyumu
 BİRİNCİ “CİHAN HARBİ”NİN 100’ÜNCÜ YIL DÖNÜMÜ TOPLANTISIR
Recai KUTAN

Aziz misafirler,
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi- ESAM olarak düzenlediğimiz, “100. Yılında Birinci Dünya Savaşı” konulu sempozyumumuza hoş geldiniz;Teşriflerinizden dolayı hepinize teşekkür ediyor, toplantımızın savaşsız bir dünyaya vesile olmasını diliyorum.

Değerli misafirler;
Bu sempozyumda, 8 oturumda 32 değerli ilim ve fikir adamlarımız tebliğleriyle, savaşın siyasi iktisadi, askeri, sosyal, kültürel, diplomatik, fikri boyutlarını ele alacaklardır. Bu savaşın sebeplerini ve etkilerini bütün kodlarıyla öğrenmenin ve bunu bir tarih bilinciyle değerlendirmeye tabi tutmanın gerekliliğine inanıyoruz. Tarih bilinci, sırf geçmişi hatırlamak değil, geleceğe ışık tutmak demektir.

Değerli Konuklar;
Dünya siyasi tarihine savaşların, çatışmaların, kutuplaşmaların hâkim olduğu bir dönem olarak yüzyılın ilk büyük savaşı, bundan tam yüz yıl önce başladı. Birinci Dünya Savaşı aynı zamanda insanlık tarihinin gördüğü en büyük ve en kapsamlı savaştı.

Savaşın temel nedenlerinden biri emperyalizmdi. Endüstriyel kapitalist ekonomiler, üretim için sadece hammaddeye değil, aynı zaman da ürettikleri ürünleri satacak pazarlara ihtiyaç duyuyordu. Sömürgeciliğin öncüleri olan İngiltere ve Fransa, on dokuzuncu yüzyıl boyunca dünyadaki stratejik toprakları ve kaynaklarını çoktan paylaşmıştı. Sahneye yeni çıkan İtalya ve Almanya ise açıklarını kapatmak zorundaydı. Bu emperyalist çatışma, savaşı kaçınılmaz hale getirdi.

1914 yılının Ağustos ayında başlayan “Birinci Dünya Savaşı”nda dünya iki bloka ayrılmıştı.
Birinci blok “İttifak Devletleri” diye adlandırılan Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti,
İkinci blok, “ İtilaf Devletleri” diye adlandırılan İngiltere, Fransa, Rusya.
Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşına ittifak Devletleri saflarında katılması kararı, merhum Mehmet Akif’in

“Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk,
Bak nasıl doğranıyor? Kalk baba kabrinden kalk!”
dediği “İttihat ve Terakki Hareketi”nin üç öncü ve güçlü ismi, Enver, Talat, Cemal tarafından verilmişti.

         Padişah ve Sadrazam Said Halim Paşa bu savaş kararından daha sonra haberdar olmuşlardı.
         Birden fazla kıtada, ekonomik ve askeri anlamda güçlü ülkelerin dâhil olduğu, milyonlarca insanın öldüğü, milyonlarcasının yaralandığı, evsiz kaldığı, büyük kitlesel göçlerin meydana geldiği, insanların mülteci duruma düştüğü savaş tam dört yıl sürdü. Savaşa 25 milyondan fazla asker katıldı. Savaşın sonunda esir sayısı 8 milyonun üstündeydi. Kısacası Birinci Dünya Savaşı, bütün dünyayı doğrudan veya dolaylı olarak etkilemiş büyük bir felaketti.

         Dokuz milyon kişinin öldüğü, bunun iki katı sayıda insanın yaralandığı savaşın bilançosu ağır oldu. Askerlerin yanı sıra, binlerce sivil insan da, açlık, hastalık ve savaşın şiddetiyle hayatını kaybetti.

         Savaş, Bir Bosnalı Sırp milliyetçinin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı ve eşini Saraybosna’da öldürmesi ile patlak verdi. Fakat savaşın nedeni tek başına bu suikast değildi. Ferdinand’ın öldürülmesi, gergin Avrupa’da savaşı başlatan bir kıvılcım çakmıştı. Yıllardır süren çıkar çatışmaları, paylaşım savaşları, silahlanma yarışı, milliyetçi hareketler, dünyayı zaten bir savaşa sürüklüyordu ve 28 Haziran 1914’te gerçekleşen suikast, sadece savaşın fiilen başlamasını sağladı.

         Savaş tüm Avrupa haritasını değiştirdi. Savaşın ardından Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya İmparatorluğu yıkıldı. Osmanlı’nın ardından Türkiye Cumhuriyeti, Avusturya-Macaristan’ın ardından Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya, Sırp-Hırvat ve Sloven Krallığı kuruldu. Batıdaki topraklarının büyük çoğunluğunu kaybeden Rusya'da ise Bolşevikler iktidara geçti.

Savaş Avrupa toplumlarında öyle bir tükenmişlik duygusu yaratmıştı ki, faşizm gibi ideolojiler yeşermek için uygun bir zemin buldular. Diğer yandan Rusya’da komünizm ortaya çıktı.

Bunun sonucunda tüm dünya ideolojik bir çatışma ortamına sürüklendi. Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli sonucu, yeni bir dünya savaşının da başlaması oldu. İkinci Dünya Savaşı’nda faşizme karşı bir savaş verildi. Sonrasındaysa Soğuk Savaş başladı ve bu kez komünizme karşı mücadele edildi. Kısacası Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle tüm bir yirminci yüzyıl ideolojik çatışmaların ve savaşların yüzyılı oldu.

Birinci Dünya Savaşı Osmanlı toprakları içindeki sorunlara yeni bir boyut kazandırdı. 1914 öncesinde farklı etnik grupları ve farklı din ve mezhepten insanları bir arada tutmayı başaran Osmanlı İmparatorluğu dağılıp yeni devletler kurulunca, buralarda etnik ve dini çatışmaların da fitili ateşlenmiş oldu. Balkanlar sürekli çatışma ortamına sürüklendi.

Ortadoğu da benzer bir süreç yaşadı. Bu coğrafyada şu anki sınırların çoğu, savaş sonrasındaki barış anlaşmaları sonrasında çizildi. Ortadoğu’da çizilen ve çıkar paylaşımını yansıtan sınırların gerçekleri yansıtmadığı, günümüzde yaşanan tatsız gelişmelere bakıldığında kolayca anlaşılabilir. Hesaplaşma hâlâ sürmekte, eski antlaşmalar masaya getirilmektedir. Bu coğrafyada bugün yaşanan birçok anlaşmazlık, çatışma ve savaşın kökenlerine bakıldığında, Birinci Dünya Savaşı’nın izlerini görmek mümkündür.

         Savaş sırasında Filistin’in Yahudilerin yeni yerleşim alanı haline gelme sürecini İngiltere’nin desteklemesi sonucunda, ilerleyen yıllarda İsrail’in kurulması gerçekleşmiş, bu da dünya siyasetinin en önemli sorunlarından birini yaratmıştır. Bu bağlamda I. Dünya Savaşı, "Büyük İsrail Projesi"nin temellerinin atıldığı bir savaştır.

         Son yıllarda İngiliz Ortadoğusu yerine, bir ABD-İsrail ortak yapımı olan yeni bir Ortadoğu inşası söz konusudur. Temel hedef, daha önce de ifade ettiğim üzere, Büyük İsrail'dir.

         Birinci Dünya Savaşı, Haçlı Seferleri ile ortaya çıkan, yüzyıllara dayanan bir hesaplaşmanın kendisidir. Görülüyor ki, “Birinci Dünya Savaşı”, “Çağdaş Bir Haçlı Seferi”dir.

         Bu yönüyle Birinci Dünya Savaşı, Batı'nın Selçuklu ve Osmanlı'dan bu yana, bu coğrafyanın İslam unsurlarıyla bitmeyen kavgasında önemli bir dönüm noktasıdır.

Yüzyıl öncesinde olduğu gibi, bugün de, ülkemiz, milletimiz ve coğrafyamız bir kez daha Batılı emperyalistler tarafından hedef alınmıştır.

Emperyalist Batılı güçlerin milletimizi ve coğrafyamızı hedef olarak seçiş sebeplerini şöylece özetleyebiliriz.

Birinci Dünya Savaşında, düşmanın en çok Osmanlı Padişahının “Halife-i Müslimin” sıfatını hedef aldığını, bunu hedeflerinin en başına koyduğunu görürüz.

İngiltere ve Fransa, çok sayıda Müslüman ülkelerden sömürgeye sahip idiler. Bu sömürgelerde yaşayan Müslüman Halk, Osmanlı Padişahını “Halife-i Müslimin” olarak tanıyorlardı. Halife-i Müslimin, bu ülkelerde yaşayan Müslümanları, İngiltere ve Fransa aleyhine ayaklandırabilirdi.

İşte bir örnek olay!

Avusturalya’da yaşayan, iki Afganlı Müslüman, dondurmacı Gül Muhammed ile kasap Molla Abdullah’ın hikâyesi bunun en güzel örneğidir.

Halife Sultan Reşad’ın dünya Müslümanlarına yaptığı “Cihad-ı Ekber” çağrısı üzerine bu iki Müslüman, Avusturalya’dan Osmanlılarla çarpışmak üzere gönderilecek olan “Anzak Birlikleri’ne savaş açmış, çatışma sonunda 4 Anzak askeri ölmüş, 7’si ise yaralanmış, bu iki Müslüman da şehit düşmüştü.

Bu sebeplerle Osmanlı Devletinin işgal edilmesi, halifeliğin yıkılması gerekiyordu. İslam Halifesinin ortadan kaldırılması,“İmamesi koparılmış bir tespih” gibi Müslümanların darmadağın olmasını sağlayacaktı.

Dünyanın en önemli ulaşım yolları üzerinde bulunan İstanbul ve Çanakkale Boğazları ve Süveyş Kanalı Osmanlı toprakları içinde bulunuyorlardı. Bunların emperyalistlerin kontrolü altında olması, onlar için hayati öneme sahipti.

İngiliz Başbakanı Churchill’in “Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir” dediği petrol yataklarının önemli bir bölümü de Osmanlı topraklarında idi.

Aziz Dostlar;
Ben burada uzun uzun “Birinci Cihan Harbi”nin detaylarına girecek değilim. Çünkü aramızda çok değerli tarihçiler var. Çok değerli akademisyenler, araştırmacılar var. Biliyorum ki işin uzmanı olarak en doğru, en sağlıklı değerlendirmeleri onlar zaten yapacaklardır.

Bu nedenle, konuşmamı kapatmak üzere kısa bir açıklama yapıp, sözü asıl sahiplerine bırakmak istiyorum.
Değerli konuklar,
Güzel bir söz var: “Savaşın ilk kaybedeni Hakikattir” diye.

Gerçekten birinci dünya savaşı sadece hakikatin değil, hakikatle birlikte ahlakın, vicdanın, insanlığın kaybolduğu bir savaştır.

Ve ne acıdır ki bizim savaşımız olmadığı halde, bu savaşın en vahşi, en acımasızı en dramatik sahneleri bu mazlum coğrafyada yaşanmıştır.

Şimdi burada sorsam, eminim her birinizin ailesinde, ailesinde değilse bile mahallesinde, ya bir Kafkas sürgünü, ya bir Galiçya gazisi, ya bir Çanakkale şehidi vardır.

Ben daha küçük bir çocukken, Kafkas, Yemen, Güney cephelerinin hikâyeleri ile büyüdüm.

Genç yaşta muallim mektebini bitiren babam, savaş çıkınca Kafkas cephesine katılıyor. Ordu kumandanı İzzet Paşanın ısrarlı ikazlarına rağmen İttihatçı Enver Paşa “Sarıkamış Harekâtı”nı başlatıyor. Bu çılgınca karar 90 bin vatan evladının canına mal oldu. Bozgunun ardından babam da donmak üzereyken Malatya da, cellâtlık yapmış biri tarafından bir ahırda gübreye gömülerek kurtarılıyor. Ama donan ayakları deforme oluyor.

Annemin babası dedem bir subaydı. Annem henüz 6-7 yaşlarında iken Galiçya ve Yemen cepheleri için Malatya’dan ayrılıyor. Yemen’den dönüşte İngilizlere esir düşüyor. Savaş bitip Malatya’ya döndüğünde, annem yetişkin bir kızdır.

Dayım Güney cephesinde çarpışırken İngilizlere esir düşüyor. Birmanyadaki bir esir kampına gönderiliyor.

Halamın kocası Ali Alagöz, Kafkas cephesinde Ruslara esir düşüyor. Alman esirler için hazırlanan kamptan, bazı Almanlarla birlikte Japonya’ya kaçıyorlar.

Bu cihan harbinin gazilerinin anlattıklarıyla, daha çocuk yaşlarında Osmanlı Devletini batıran ittihatçıları ve bugün bile etkisinin sürdüren “İttihatçı zihniyeti” öğrenmiş oldum.

Bu yüzden Birinci Cihan Harbi deyince benim aklıma hep, Balkanlar, Kafkasya, Galiçya, Yemen, Filistin, Kuzey Afrika gelir.

Bebeğini, eşini, yavuklusunu, anasını, babasını geride bırakıp cepheye koşan delikanlılar gelir.

“Gitme Yemen’e Yemen’e / Yemen sıcak dayanaman / Kalk borusu çalınca / Sen küçüksün uyanaman” diye ağıt yakan analar gelir.

“Tüfeğim kayada asılı kaldı / Esvabım sandıkta basılı kaldı / Nişanlım ben ile küsülü kaldı” diye türküler çağıran Koçyiğitler gelir.

Birinci cihan harbindeki dramı anlamak için sadece türkülerimize bakmak bile yeterlidir.

Bakmayın adına “Yemen türküsü-Çanakkale türküsü” dendiğine…

Her harfi her kelimesi; hüzünle, acıyla, hasretle, yanık bir annenin yüreğiyle işlenmiş, yüreğiyle söylenmiştir bu türküler.

Aziz Misafirler

Bilirsiniz, Mehmet Akif Ersoy Safahat’ında derki:

Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Peki, Birinci Dünya Savaşı’ndan ibret alındı mı, ders çıkarıldı mı? Bence bugünün en önemli sorularından biri, bu olmalı. Bütün tarih kitapları, bu savaşı, bir Sırp milliyetçisinin Avusturya veliahdına yaptığı suikasta bağlar.

Evet, o kurşun belki ateşi yakan bir kıvılcım.
Ama asıl neden hırs, açgözlülük, ele geçirme arzusu, emperyalizmin sömürme isteği, kandan ve savaştan beslenen zalim zihniyetler.

Asıl neden bu
Peki, 100 yıl sonra hangi noktadayız?
Şöyle çevremize bir bakalım; Irak’a, Suriye’ye Filistin’e, Libya’ya, Afganistan’a bakalım. Aynı kesif dumanlar, aynı acı feryatlar
Yerinden yurdundan edilmiş aynı mülteci hayatlar.
Aynı sömürme arzusu, aynı hırs, aynı açgözlülük.
Tek fark; 1914’e göre; daha gelişmiş silahlar, daha isabetli füzeler, daha acımasız bombalarla vuruluyor insanlık!

Bu böyle gidemez.

İnsanlığın yeni bir medeniyet inşasına ihtiyacı var.
“Sömürünün değil hakça paylaşımın” esas olduğu bir dünyaya ihtiyacımız var.
“Çatışma değil diyaloğun”, “üstünlük değil eşitliğin”, “çifte standart değil adaletin” esas alındığı bir dünyaya ihtiyacımız var.

Savaşlar; “haklının değil güçlünün kim olduğuna karar veriyor.”  Bu yüzden Merhum Necmettin Erbakan’ın ifadesiyle; “ Gücün değil Hakkın ve haklının hâkim olduğu yeni bir dünya”ya ihtiyacımız var. Tarihi gerçekler gösteriyor ki, böyle bir dünyayı emperyalist Batı medeniyeti kuramaz. Çözüm ancak, temeli Hak ve Adalet olan bizim medeniyetimizdedir.

Ben düzenlenen bu sempozyumun, bu yolda atılmış bir adım olmasını diliyor, barış ve huzur dolu bir dünya temennisiyle tüm katılımcılara saygılar sunuyorum. 



PROF. AYDIN: BATI’NIN MEDENİLEŞTİRMESİ EMPERYALİZME DÖNÜŞTÜ

‘İslam Dünyası ve Emperyalizm’ başlıklı oturumda Prof. Dr. Mehmet Aydın ‘Medenileştirme Misyonu’, Prof. Dr. Arif Ersoy ‘Tarihten Ders Alarak Yeni Bir Dünyanın İnşası’ başlıklı konuşma yaptılar.

Prof. Dr. Mehmet Aydın, “Dünya savaşına tanıklık eden 20. Asır kanlı bir dönemdir. 19. asır da tohumlarının ekildiği çağdır. 19. asırdan 1920’ye kadar ideolojiler çağı olarak adlandırılır. Birinci dünya savaşı diğer adıyla Birinci Dünya Savaşı’nın birçok nedeni var. Bunlardan birisi de Batı’nın medenileştirme misyonudur İngilizlerin ve Fransızların. Bunlar yaptıkları her şeyi medenileştirme olarak gösteriyor. Emperyalizmin dayandığı katı siyasi ideolojilerden birisidir. Birinci Dünya Savaşı medeniyete hizmet edebilir mi? Hayır edemedi. Medenileştirme büyü büyüdü emperyalizm oldu.  Klasik diplomasi uzun süre kültür ve medeniyet konularına girememiştir. Çünkü medeniyet bizim kültürümüzle ilgilidir. Diplomasiye göre kültür ve medeniyette bir yanlış olursa diyalog durur. Bu yüzden medeniyet, uluslararası ve klasik siyasette girilmeyen bir konu olmuştur.”

PROF. ERSOY: BUGÜN YAŞANANLAR 100 YIL ÖNCE YAŞANANLARIN AYNISI

Prof. Dr. Arif Ersoy, “Birinci Dünya Savaşı bütün ülkeleri etkiledi. Bu savaş insanlık tarihinin en kanlı savaşıdır. İslam tarihindeki savaşların tümünde Müslüman ve gayri Müslimlerden ölenlerin sayısı 5 milyonu geçmez. Bu tablo Birinci Dünya Savaşı’nın  ne kadar vahim olduğunu göstermektedir. Müslüman olarak bizim Batı ile ilişkilerimiz hep Batı’yı uygarlaştırmıştır. Mutlaka biz Batı’dan alacağımızdan fazlasını veririz.  Bugün yaşadıklarımızın aynısı Birinci Dünya Savaşı’ndan hatta 1870’lerden itibaren bu coğrafya üzerinde yapıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Kudüs’e girmesi yeni felaketleri oluşturdu. Dün meydana gelen olaylar Haçlıların meydana getirdiği olayların aynısıdır. Bunlar gelecekte büyük gelişmenin de habercisidir. Hakkı üstün tutan dayanışmacı dünya görüşüne göre temel hak ve özgürlükleri veren Allah’tır. Hukuk Allah’ın insana doğuştan verdiği bir haktır. Doğal hakları korumayan kanunlar hukuk değildir. Hak merkezli dünya görüşüne göre esas olan haklıyı güçlü kılmaktır. Paylaşım adil olacaktır. İşte bu hakkı üstün tutan dünya görüşünün dayandığı temel ilkedir. Bunun uygulandığı toplumda barış vardır. Kuvvet merkezli dünya görüşüne göre de kainatta çatışma, çatışmada da taraflar vardır. Güçlü olan galip gelecektir. Buna göre oyunun kuralını güçlü olan belirleyecektir. Bunun içindir ki hak görüşlü dünya görüşünün temsilcileri peygamberlerdir.”

PROF. BUZPINAR: BALFOUR’DA FİLİSTİNLİ MÜSLÜMANLAR YOK SAYILDI

Başkanlığını Prof. Dr. Mehmet Aydın’ın yaptığı ‘Savaşa Giden Yol’ başlıklı oturumda; Prof. Dr. Tufan ‘Filistin Meselesi ve Siyonizm’, M. Şükrü Güzel ‘I. Dünya Savaşı’nda Savaşan Tarafların Savaş Amaçları’, Prof. Dr. Ali Engin Oba ‘Birinci Dünya Savaşı’nı Etkileyen Devlet Adamları’, Prof. Dr. Hüseyin Suphi Erdem, ‘Osmanlı’nın Son Yıllarında Dış Etkilere Karşı Tedbir Politikası’ başlıklı bildirilerini sundular.

Prof. Dr. Tufan Buzpınar, “Balfour Deklarasyonunda Filistin var ama Filistinli yok. Anlayış olarak oradaki Filistinliyi görmüyor. Eğer Avrupa’da Hıristiyan siyonizmi bu kadar güçlenmeseydi Yahudiler Filistin’de bir devlet kurabilir miydi? Bunu sorguluyorum. Filistin meselesi Müslümanların hiçbir şekilde dahli olmayan Avrupa’nın kendi iç dinamiklerinin oluşturdukları bir sorundur.

GÜZEL: RUSYA POLİTİK ÜÇ YOL İZLEDİ

M. Şükrü Güzel, “Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik ‘Doğu Sorunu’ çerçevesinde amaçlarına ulaşabilmek için üç ayrı politika izlemiştir. Bunlar askeri güç kullanımı, diğer devletlerle diplomatik ilişki ve gerektiğinde ise Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak yapmaktı. 1797 ve 1805 yıllarında Napolyon’a karşı olan işbirliği, 1833 yılında Mehmet Ali Paşa’ya karşı Hünkâr İskelesi Antlaşması, Rusya’nın İmparatorluğu kendisine gelecekte saklamak için verdiği desteği ifade etmekteydi. Rusya’nın asıl amacı üçüncü bir ülkenin İstanbul’u ele geçirmesine engel olmaktan geçmekteydi.”

PROF. OBA: TÜRK HEYETİ LOZAN’A 15 GÜN ÖNCESİNDEN GİTTİ

Prof. Dr. Ali Engin Oba, “Lozan’a Türk heyeti 15 gün önceden davet edildi. İsmet Paşa Lozan’dan Paris’e giderek Dışişleri Bakanı Raymond Poincare ile görüşüyor. İstiklal mücadelesinde bizimle anlaşarak Ankara Anlaşmasını imzalayan devlet adamı Raymond Poincare bizim için de önemli bir kişi.”

 

ERDEM: BATI’DAKİ GELİŞMELERİN GÖZDEN KAÇMASI TALİHSİZLİK

Prof. Dr. Hüseyin Suphi Erdem, “19. Yüzyıl Osmanlı entellektüellerinin Batıcılık eğilimine girdiklerini görüyoruz. Bunu Osmanlı insanı için bir kırımla olarak görebiliriz. Osmanlı’yı Osmanlı yapan belki de Ahmet Cevdet Paşa’nın Kanunu Kadimi muhafaza etmesidir. Avrupa’nın dini bakıştan soyutlanıp bilimi öne çıkartması ve dünyayı buna göre değerlendirmesiyle birlikte Avrupa’daki gelişmelerin Osmanlı tarafından kale alınmadığı söylenmektedir. Osmanlı’nın ya da İslam dünyasının Batı’nın geldiği noktayı gözden kaçırmasını bizim için bir talihsizliktir. Osmanlı’ya ruh veren şey Allah’ın rızasına muvafık duruşudur.”

PROF. BİLGİN: SAVAŞIN TOHUMLARI 20 YIL ÖNCE EKİLDİ

Başkanlığını Prof. Dr. Hikmet Öksüz’ün yaptığı ‘I. Dünya Savaşı ve Osmanlı’ başlıklı oturumda Prof. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin ‘Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girişi’, Prof. Dr. Ahmet Kankal ‘I. Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti’, Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran ‘Sarıkamış Harekatında Kritik İki Gün’, Prof. Dr. Nedim İpek ‘Savaş ve Göç’ başlıkları altında bildirilerini sundular.

Prof. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin, “Sultan Abdulhamid döneminde bir taraftan imara önem verilirken bir taraftan da ordunun güçlenmesi için çalışmalar yapılmıştır. I. Dünya Savaşı’na giden adımlar savaş döneminde ya da hemen öncesinde değil 20 yıl öncesinden savaşın tohumları ekilmiştir. 1892’de Fransa Rusya ittifakı, Fransa İngiltere ve 1907’de Rus-Fransız-İngiliz ittifakı savaşın başlayacağını göstermektedir. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırp tarafından öldürülmesi yangının sadece bir kıvılcımı olmuştur. İngilizler Osmanlı Devleti’nin sava girmesi engellemek için bu savaştan haberleri yokmuş gibi davranmışlardır.”

PROF. KANKAL: OSMANLI ADALET DEMEK

Prof. Dr. Ahmet Kankal, “Osmanlı ne demek? Osmanlı hak, hukuk, adalet demek. Osmanlı güç, otorite, cesaret, izzet, azamet, şefkat, merhamet demek. Osmanlı medeniyet, kültür, ilim, edeb demek. Osmanlı sanat, ihtişam, estetik demek. Osmanlı güven, huzur, istikrar demek. Osmanlı ırkı, dili, dini ne olursa olsun herkesi hoşgörü ve bir arada yaşatmak demek. Osmanlı Müslümanların ve mazlumların sığınağı, haksızlığa karşı çıkan demek.”

PROF. TAŞKIRAN: SAVAŞAN ÜLKELER ZARARLI ÇIKTI

Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran, “Birinci Dünya savaşına katılan ülkelere zararlı çıktı. Sadece dışarıdan katılan ABD ve Japonya kârlı çıkmıştır. Savaşta galip gelmek kârlı çıkmak anlamına gelmiyor. En fazla zarar gören de Bizim devletimiz oldu. 3 milyon askerimizden 1 milyonu hayatını kaybetti. Bu sadece askerlerden kaybımızdır. Sivillerin kaybını da eklersek çok vahim bir tablo orta çıkar.

Osmanlı Devleti’nin nüfusu 22 milyondur. Savaş sonrası nüfus 10 milyona düşmüştür. Bunun bir kısmı bizden ayrılan topraklarda olsa da 3 milyon sivilimiz hayatını kaybetmiştir.”

VATANLA YURT AYNI DEĞİL

Prof. Dr. Nedim İpek, ‘Savaş ve Göç’ başlıkları altında Kafkaslar ve Balkanlardaki göç hareketlerine dikkat çekti. Prof. İpek, “Vatan, hareketli bir şey. Vatan kelimesini yurt kelimesiyle karıştırıyoruz. Yurt, çadır demektir. Çadırı nereye kurabilir siniz? Yaşayabileceğiniz yere.”

SİVİL HABER

Güncelleme Tarihi: 09 Kasım 2014, 23:48
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209