Faruk YİĞİT: Eğitim dilinin İngilizce olması iyi üniversite olmak için yeter şart değildir.

YTÜ Makine Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Faruk YİĞİT: Eğitim dilinin İngilizce olması iyi üniversite olmak için yeter şart değildir.

 Faruk YİĞİT: Eğitim dilinin İngilizce olması iyi üniversite olmak için yeter şart değildir.
Öncelikle üniversitelerde lisans düzeyindeki eğitim sisteminde müfredat dilini konuşmak istiyoruz. Üniversitelerin kendi isteklerine göre % 100 İngilizce okutma talebi gündemde de çok tartışılmıştı. İTÜ % 100 İngilizceye geçti ama kısa bir aradan sonra % 30'a geri döndü. Siz nasıl bakıyorsunuz bu tartışmalara? Üniversitelerde özellikle lisans bölümlerinde eğitim dili nasıl belirlenmelidir? Siz nasıl bakıyorsunuz tartışmalara?


Bu çok yönlü ve geniş bir açıdan ele alınması ve tartışılması gereken bir konudur. Bu sorunun şablon şeklinde tek bir cevabı olmadığını düşünüyorum. Ancak sorunuzu “21. Yüzyılın mühendisi İngilizce bilmek zorunda mıdır?” şeklinde değiştirirsek cevabım çok net “evet” olacaktır. 21. yüzyıla mühendis yetiştirme iddiasındaysanız yetiştirdiğiniz mühendis İngilizce bilmeli. Ama eğitim dili İngilizce mi olmalı ya da başka bir dille mi olmalı sorusuna, o eğitim kurumunun kendi şartları ve kendi geleceği için koyduğu hedefler belirleyici olmalıdır diyebilirim ancak. Siz bir dünya üniversitesi olacaksanız, uluslararası öğrencileri kabul edecekseniz, yine öğretim üyesi kadronuza yurtdışından Türkçe bilmeyen hocaları atayacaksanız, o zaman eğitim dilinin Türkçe olmasında ısrarcı olmamalısınız.  Ama "Ben yerel mühendisler yetiştireceğim, yetiştirdiğim mühendislerin çok uluslu global projelerde rol almaları gerekmez" diyorsanız, o zaman eğitim dilinizi tartışmanın çok anlamı olmaz.

Türkiye'de 170’den fazla üniversite var. Bunların hepsinde eğitim dili İngilizce olmalıdır veya programın %30’u –ki bu %30 oranı nasıl ve hangi kriterlere göre tespit edilmiş ben bilmiyorum- İngilizce olmalıdır demek, bilimselliğe uygun düşmez. Her kurumun kendi şartlarına bakmak lazım. Eğitim dilini tespit için üniversitenin kendisine seçtiği misyona, hedeflerine ve sahip olduğu imkanlarına ve belki de piyasa talebine, her şeyin ötesinde ülkenin bilim politikasına bakmak ve bunlara uygun hareket etmek gerekir. Bazı üniversiteler şunu diyebilir: "Ben uluslararası bilim camiasının ihtiyacını karşılamak üzere insan yetiştireceğim. Benim mezun ettiğim mühendisler çok uluslu projelerde yer alacak. Dolayısıyla ben bunlara İngilizce öğretmek zorundayım." Bu anlaşılır ve ulaşılır bir hedeftir ve büyük devlet olacaksanız dünya çapında kaliteli üniversitelere sahip olmak ve çok uluslu büyük projelerde yer almak zorundasınız. Dünya liginde adından söz edilen üniversitelerin çoğunda (bunun istisnalarının mevcut olduğunu da burada belirtmek isterim) eğitim dili İngilizcedir. Dolayısıyla yapmanız gereken, ülkenin hiç olmazsa imkanları uygun olan bazı üniversitelerinde eğitimin tamamını ya da bir kısmını İngilizce yaparak uluslararası bilim camiasında yerinizi almaktır. Burada ölçüyü muhafaza için şunu da ifade etmek isterim: Eğitim dilinin İngilizce olması bir üniversitenin eğitim kalitesini belirleyen bir şart gibi görülmemelidir. İyi bir üniversite olmak için pek çok parametrenin birlikte var olması gerekir.

"Fizik öğrenirken matematik unutulmadığı gibi İngilizce öğrenirken de Türkçe unutulmaz.  Dil ve kültürümüzü koruyalım derken bilim dünyasından kopmamalıyız. "


%30 İngilizce eğitim belki de bir orta yol olarak öne sürülmüş olabilir:  Zamanın karar vericileri "Önemli olan öğrencilerimize İngilizce öğretmek. Belki derslerimizin %30'unu İngilizce verdirirsek hem öğrencimiz İngilizce öğrenir, hem de İngilizce ders verebilecek hoca bulma sıkıntısı yaşamayız. İngilizce bilmeyen hocalarımız da ders vermeye devam ederler" diye düşünmüş olabilirler. Gerçekten de bugün en köklü üniversitelerimiz bile derslerin % 30’unu İngilizce verebilecek öğretim üyesi bulmakta zorlanıyor. Ayrıca İngilizce bilmek belli sınavlarla ölçülüyor. Bu sınavlar sizin sınıfta hakikaten ders anlatılabilirliğinizi ölçmüyor. Üstelik birçok üniversitemizde Türkçe bilmeyen yabancı öğrenci yok veya çok az. Hoca Türk. Öğrenci Türk ve hocanın da İngilizcesi Türkçesi kadar rahat değil. Bu durumda biz derslerimizi İngilizce yapalım diye ısrar etmeyi çok anlamlı bulmadığım gibi sınıfta yabancı öğrenciler yani Türkçe bilmeyen öğrenciler varsa ve çalışma arkadaşlarınız arasında da Türkçe bilmeyen hocalar varsa yine ısrarla ben İngilizce konuşmayacağım, İngilizce anlatırsak Türkçeyi kaybederiz" demeyi de anlamakta zorlanıyorum. Dolayısıyla ben, üniversitelerde öğretim dili ne olmalıdır konusunda orta noktada duruyorum ve bazı aydınlarımızın üniversitelerimizin bir kısmında eğitim dilinin İngilizce olması ile Türkçe elden gider endişesine katılmıyorum. Unutmayalım ki burada konu olan ilkokul veya ortaokul seviyesinde eğitim dili değil. Üniversite seviyesinden bahsediyoruz. Türkçe dilinin ve dolayısıyla kültürümüzün korunması noktasında aşırı bir hassasiyete sahip olan meslektaşlarıma Türkçeyi bırakalım edebiyatçılar korusun, Türkçeye onlar sahip çıksınlar. Biz büyük mühendislik projelerine imza atalım diyorum. Bu noktada fazla aşırılık göstermenin bizi uluslararası bilim dünyasından koparmasından dolayısıyla bizi büyük ülke olma iddiamızdan uzaklaştırmasından endişe ediyorum. Bu konuda bir denge kurmamız gerektiğini düşünüyorum. Matematik öğretmeye çalıştığınız bir öğrenci "Ya ben Matematik öğrenince Fiziği unutuyorum" demesi mantıklı mı? Biz Matematiği de Fiziği de anlatıyoruz, gerektiği kadar. Dolayısıyla, üniversitede 8-10 tane dersi (veya tamamını) İngilizce verdiniz diye Türkçe elden gitmez. Gidiyorsa sizin Türkçenizde, ülkenizin dilini ve kültürünü koruması gereken kurumlarında bir problem var demektir.


Bunu nasıl sağlayabiliriz peki? Hazırlık sınıflarıyla İngilizce öğretmemiz mümkün ve yeterli mi sizce?
Bizim mühendislik fakültelerimizde yanlış bir anlayış var. "Hazırlık Sınıfı" deniyor ama sokakta İngilizce konuşmaya dayalı bir müfredatla öğrenciye İngilizce öğretmeye uğraşıyoruz. Halbuki İngilizce Hazırlık Sınıflarının, Hazırlık Okulları'na çevrilmesi lazım. Bu hazırlık okullarını, Makine, Elektrik, Endüstri, İnşaat gibi birçok alandan, tüm mühendisler için gereken İş Güvenliği, Hukuk, Ekonomi, Bilişim, Girişimcilik, Proje Yönetimi, Matematik, Fizik gibi ortak dersleri İngilizce anlatılabilecek şekilde kurgulayabiliriz. Böylece öğrenciye hem mesleki kavramları anlatmış hem de İngilizce öğretmiş oluruz. Öteki türlü öğrenci,  ½'yi ya da 3³'ü İngilizce olarak söyleyemeden, okuyamadan, anlayamadan geliyor bir üst sınıfa.


Tabi burada yetişmiş öğretim elemanı sıkıntısını da konuşmalıyız belki. Matematiği, Ekonomiyi, İş Sağlığı ve Güvenliği'ni İngilizce ders anlatabilecek hocalara da ihtiyaç var. Vizyon değişikliğine ihtiyaç var öyleyse?

Evet, kesinlikle. Önümüzdeki yüzyılın projeleri, bir ulusun çözemeyeceği kadar büyük, çok uluslu projeler olacak. Uzay projeleri, askeri projeler, sağlık ve ziraat ile ilgili projeler veya büyük verilerin islenmesi gibi projelerde bizim mühendislerimiz İngilizce bilmeden yer alamazlar. Ülkemizin bu alanlarda da söz sahibi olması ancak bu projelerde iddialı olması ile mümkün olur. Onun için nasıl ve ne şekilde olacaksa bizim mühendislerimiz de günümüzün (ve gelecek on yılların) bilim dili olan İngilizceyi öğrenmek zorundalar. İngilizce öğrenmenin en kolay yolu da üniversite eğitimini bu dille almak gibi görünüyor.


Türkiye'de ihtisas üniversiteleri açılmaya başlandı. Örneğin Üsküdar Üni. Psikoloji alanında, Piri Reis Üni. ise Denizcilik alanında çalışmalara başladılar. Bu gibi üniversitelerin açılması doğru mu? Üniversite demek sizce nedir, ne olmalıdır?

Türkiye'de 170 üniversite varsa, bir kısmının ihtisaslaşmasında sakınca görmüyorum ben. Olabilir, ama her üniversiteye bunu yayarsanız, o zaman birbiri ile ilişkili bilim alanlarında ortak çalışma zeminini kaybedebilirsiniz. Üniversite kabaca farklı alanlarda bilim insanlarının toplu olarak bulunduğu ve özgürce bilim ürettikleri mekan anlamına gelir. Üniversitenin bu tanıma uygun olarak işleyebilmesi için her milletten öğretim üyesi ve öğrenciyi bünyesinde bulundurması daha doğru bir ifade ile bilim yapma arzusunda ve kabiliyetindeki herkese kapısını açık tutması gerekir.

Son zamanlarda özel üniversitelerin bir anda popülerleşmesi, özellikle Mimarlık, İnşaat Müh., İşletme, İktisat gibi açılması diğer branşlara göre daha kolay bölümler açarak öğrencileri kendilerine çekmesi, devlet okullarında kontenjan boşluklarındaki sıkıntıyı tetikliyor mu sizce? Bu bölümlerden özellikle mimarlık öyle bir noktaya geldi ki, mezun olanlarının yarıdan fazlası mimarlık yapmıyor. İsmin başına bir etiket olması için okunuyor. Diğer taraftan devlet üniversitelerinde daha önce rağbet gören Jeofizik Müh. jeoloji Müh. gibi bölümleri öğrenciler tercih etmiyor, bu bölümler bir bir kapanıyor. En son Çanakkale Üni.'nde kapanan bölümler oldu. Özel üniversitelerin, özellikle vakıf üniversitelerinin bu kadar yaygınlaşması sizce doğru mudur?


Vakıf, özel ya da devlet üniversitesi fark etmez. Üniversitelerin belirli şartları sağlayarak çoğalmasını ben faydalı buluyorum. Ama burada esas konuşmamız gereken konu bu olmamalı. Ülkemizin özellikle temel bilimlerdeki (matematik, fizik, kimya, biyoloji vs.) geleceği 18 yaşındaki bir lise öğrencisinin tercihine bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Ülkemizin bu konuda bir bilim politikasının olması gerekir. Türkiye'nin yükseköğretim politikası yeterince anlaşılmıyor, bunu yürüten bir mekanizma var mı yok mu ya da ne kadar sağlıklı işliyor bunları sorgulamak lazım. Türkiye'nin önümüzdeki on yıllarda ne kadar mühendise, ne kadar fizik öğretmenine, ne kadar doktora, sosyoloğa, hukukçuya ihtiyacı olacak? Buna uygun alt yapıya sahip miyiz? Bununla ilgili plan ve projelerimiz nedir? Tercih edilmeyen bolümler gerçekten ülkemizin gelecekte ihtiyacı olmayacak alanlar mıdır? Eğer değilse bu eğilimi değiştirmek için nasıl tedbirler almak gerekir? Bütün bu ve benzeri soruların cevaplanması gerekir. Bu konularda bir kafa karışıklığı ya da koordinasyon problemi var sanki. Yoksa biz, birtakım insanların -ister ekonomik ister fedakarlık düşüncesiyle- üniversite açmasına karşı çıkmamalıyız, çıkmamamız lazım. Ne kadar çok eğitim merkezimiz olursa bu memlekete o kadar hizmet edilir. Ama yeni açılan üniversitelerin üniversite eğitimi verebilmesi lazım, dershane gibi eğitim vermemesi lazım. Önemli olan bu kontrolün yapılması ve sağlanması olmalıdır.

"Nihai sonuca bakarak çözüm üretemeyiz. Bu sonucu doğuran sebepleri incelemek gerekir"

Amerika'da da, Japonya'da da, birçok gelişmiş Avrupa ülkesinde de teknik eğitimden bir kaçış var. İnsanların zor mesleklerden rahat mesleklere geçerek, daha rahat çalışarak hayatlarını idame ettirme düşüncelerini anlamak gerekir. Mühendisken kazanacağını parayı müzik yaparak da kazanabileceğini düşünüyorsa, müzik okumayı seçebilir insanlar. Ya da arkeoloji ile uğraşarak hedeflediği ücreti kazanıyorken neden bir insan Makine Mühendisliği'ni tercih etsin? Bütün dünya yaşıyor bu sıkıntıyı.  Mesela, Amerika’da Başkan Obama’ya sunulan bir raporda gençlerin STEM Education dedikleri Science, Technology, Engineering and Math yani Bilim, Teknoloji, Mühendislik ve Matematik alanlarında eğitim almak istemedikleri dolayısıyla bu alanların ilkokuldan başlayarak çocuklara sevdirilmesi gerektiği, bunun için de öncelikle ilk K-12 (ilk, orta ve lise) seviyesinde bu alanlarda eğitim verecek eğiticilerin eğitiminin ve ihtiyaç olan altyapının oluşturulmasının ya da yenilenmesinin gerekli olduğu ifade ediliyor.


Benzer şekilde bizim de bu alanlardan bir tercih kayması veya uzaklaşma varsa sebeplerini araştırmak ve gereken önlemleri almak zorunluluğumuz vardır. Bizim de işe ilkokuldan itibaren başlamamız ve temel bilimleri, mühendisliği ve teknolojiyi çocuklarımıza sevdirmemiz lazım. Sadece son kullanıcı olarak değil bu alanlarda üretici olmayı öğretmemiz lazım. Öncelikle bu dersleri verebilecek donanımlı öğretmenler yetiştirmekle işe başlamamız lazım. 18 yaşındaki gençler (haklı gerekçelerle de olsa)  Fizik'i istemedi diye ülkedeki Fizik bölümlerini kapatmanın geçmişte olduğu gibi her üniversitede plansız ve programsız fizik bölümü açmak kadar yanlış olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda üniversitelerde Su Ürünleri bölümleri hiç veya çok az tercih ediliyor mesela. 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülkede siz bu eğitimi veremeyecekseniz de nerede vereceksiniz? Kapatmak yerine açık tutmanın yollarını araştırmak gerekiyor. Bu işin temeline ineceksiniz PİAR'ını yapacaksınız, öğrencilerin dikkatini çekeceksiniz. İyi bir planlama yapacaksınız. Tercih edilmiyor diye kapatmak en kolay çözüm. Ama bunun bedelini bizden sonraki nesil öder diye düşünüyorum. Bir bölümü açmanın da kapamanın da uzun vadeli stratejik planlar çerçevesinde olması gerektiğine inanıyorum. Ülke çapında bir bilim politikası oluşturmamız gerekiyor bunun için.

Bizim Milli Eğitimimizi baştan bir gözden geçirmemiz gerekiyor, bu belki en başından anaokulundan, ilköğretim öğretmenlerimizi yetiştirmekle ilgili bir şey. Sizin ilköğretimdeki hocanız bir mühendisin ne işe yaradığını bilmiyorsa, ülkenin bu noktadaki ihtiyacının farkında değilse, matematik herkesin öcü olarak gördüğü bir ders haline geliyorsa elbette o öğrenciler ileride bilim insanı veya Mühendis olmayı tercih etmeyecektir. Dolayısıyla nihai sonuca bakarak çözüm üretmeye çalışmak bizi doğru adrese çıkarmaz. Biz buraya nereden ve nasıl geldik diye bakmamız gerekiyor. Bilimi, matematiği, mühendisliği ve teknolojiyi çocuklarımıza sevdirmemiz gerekiyor öncelikle.

Eğitim sisteminin içeriği ile alakalı neler düşünüyorsunuz? Amerika'da ya da Avrupa'da test usulü sisteminin kullanılmadığını biliyoruz. Türkiye'de ise test usülü sınavlar gittikçe yaygınlaştı, artık ilkokullarda dahi testler yapılıyor derslerde…


"Paradigma değişimine ihtiyaç var. Ankara haritası ile İstanbul’da adres bulamazsınız..."


Ben Mekatronik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesiyim. Buraya üniversite sınavında oldukça yüksek puan alan zeki öğrenciler geliyor. Ancak büyük bir kesimi 5 şık vermeyince doğru cevabı bulamıyor bu öğrencilerin. Bir dilekçe bile yazamayanlar var, üniversiteyi kazanmak için ne yapması gerekiyorsa sadece onu yapmışlar. Bu problemin kökü derinlerde… Türkiye'de Milli Eğitim sisteminde ciddi sıkıntılar var. Bunu temelden değiştirmemiz gerekiyor. Bunun için paradigma değişimine ihtiyaç var. Bakın bunu bir örnekle açıklamaya çalışayım: Elinizde Ankara haritası varsa ve siz bu haritayı İstanbul haritası sanıyorsanız ve bu harita ile İstanbul’da bir adresi bulmaya çalışıyorsanız ne yaparsanız yapın ne kadar zeki ve iyi niyetli olursanız olun bu adresi bulamazsınız. Zekanız olsa olsa elinizdeki haritanın yanlış bir harita olduğunu daha çabuk anlamanıza yarar.  Bizim eğitimdeki durumumuz bu. Ankara haritası ile İstanbul’da adres arıyoruz. Bizim paradigma değişimine, o haritanın değişimine ihtiyacımız var. Tabii önce elimizdeki haritanın yanlış olduğunu kabullenmemiz gerek. Ülkemizde Milli Eğitimi ve bununla birlikte üniversite eğitimini yeniden kurgulamamız gerekiyor.

Dershanelerin rolü sizce ne olmalı bu paradigma değişiminde peki?


"Dershanelerimiz Community College'lara  dönüştürülebilir…"

Amerika'ya baktığınız zaman liselerle üniversiteler arasında bir kurum vardır. Bunlara Community College diyorlar. Community College’lar iki yıllık, yükseköğretim sisteminin bir halkasını oluşturan okullardır. Amerika'da 10 milyondan fazla öğrenci, bütün üniversite öğrencilerinin yaklaşık % 40’ı, Community College'lara devam etmektedir. "4 yıllık üniversitelere girmede bir adım” olarak tanımlanan bu okullarda kaliteli eğitim imkanı sunulur; Community College'lardan sonra öğrenciler isterse dört yıllık okullara geçiş yapabilir. Community College’lar diğer 4 yıllık üniversitelere göre daha ucuzdurlar. Lise ile üniversite arasındaki okullardır. Derslerde zayıf öğrenciler, dershanelerimizin (belki meslek yüksekokulları ile birlikte yeniden yapılandırılıp) Community College'lara dönüştürülmesiyle kendilerini oralarda üniversiteye hazırlayabilirler. Böylelikle hem öğrenciler zaman kaybetmeyecektir, hem üniversiteler rahatlayacaktır, hem de öğrenciler üniversiteye geldiklerinde kendilerini hazır hissedecektir. İsteyen öğrenci bu okullardan sonra iş hayatına da atılabilir.

Son olarak, üniversitelerde bölümden bölüme geçişler hakkında konuşalım. Normalde devlet üniversitelerinde mühendislik bölümlerinde öğrenciler başarılı ortalamalarla bölüm değiştirebiliyorlar, aynı şekilde sözel ve eşit ağırlık bölümlerinde de hakeza öyle. Sabancı Üniversitesi'nde bir farklılık var. Okulu sayısal bir bölümle kazananlar sözel bölüme de geçebiliyor; aynı şekilde sözel bölümden kazananlar mühendislik okuyabiliyor. Siz nasıl bakıyorsunuz?


Sabancı'nın yaptığı uluslararası camiadaki eğitim sitemine biraz daha yaklaşmak, ama mevcut YÖK Sistemi'nden dolayı komple uygulayamadıkları bir sistem. Ancak bu kadarını başarabildiler. Burada biz ne çarpışan otomobiller gibi rastgele ve kuralsız öğrencilerin istediği gibi hareket etmesine izin vermeliyiz, ne de şu anda devlet üniversitelerinde olduğu gibi sımsıkı bir şekilde tutmalıyız. Bu geçişler önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde mümkün olmalı.

Söyleşi için çok teşekkür ederiz.

Kaynak: MMG  //www.mmg.org.tr

SİVİL HABER

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209