Sözüer'e göre Türk yargısının sorunu

Prof. Dr. Adem Sözüer uzun tutukluluk süreleri, Sivas davasında zamanaşımı kararı ve özel yetkili mahkemeler gibi son dönemde çok tartışılan konuları değerlendirdi:

Sözüer'e göre Türk yargısının sorunu

Şenay Yıldız'ın röportajı

Prof. Dr. Adem Sözüer, Sivas olaylarıyla ilgili olarak dönemin kamu görevlileriyle ilgili soruşturma açılması çağrısını şöyle yorumluyor: Çağrı siyaseten yerinde bir çağrı. Ama o dönem Sivas'taki kamu görevlilerini ihmal gerekçesiyle gerekçesiyle yargılasanız bile davada zamanaşımı süresi dolmuş durumda...

Satır arası...

Geçen haftanın en ilgi çeken konuları kuşkusuz gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tahliye olarak tutuksuz yargılanmaya başlanmaları ve Sivas Davası'nda 5 kişi için verilen zamanaşımı kararı. Böylece uzun tutukluluk süreleri ve özel yetkili mahkemelerin konumu hakkında hali hazırda giden hukuk eksenli tartışmalara bir de zamanaşımı konusu eklendi. Her iki konuya da farklı kesimlerden değişik tepkiler gelmeye devam ediyor.

Öte yandan, Adalet Bakanı Sadullah Ergin 3'üncü Yargı Reformu'na son şeklinin verildiğini belirterek, 4'üncü Yargı Reformu'nun da yakında TBMM'ye sevk edileceğini perşembe günü açıkladı. Türkiye'nin hukuk sistemine ilişkin sıkıntıları İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer'e yorumlattık. Prof. Dr. Sözüer, özel yetkili mahkemelerin kurulmasını sağlayan yeni CMK'nın da danışmanları arasında yer almış, önemli bir hukukçu.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer uzun tutukluluk süreleri, Sivas davasında adı geçen beş kişiyle ilgili verilen zamanaşımı kararı ve özel yetkili mahkemelerin konumu gibi son dönemde çok tartışılan konuları AKŞAM'a değerlendirdi:

- Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın serbest bırakılmalarıyla beraber tutukluluk süreleri konusu bir kez daha gündemimizde üst sıraya yükseldi. Ne kadarla sınırlanmalı tutuklu yargılama süreci?

Kural tutuksuz yargılama yapmaktır. Bizim sistemimizde tutuklama koşullarının tümü gerçekleşse bile, hakim şüpheliyi tutuklamak zorunda değildir. Çünkü Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 102. Maddesi'nde 'tutuklanabilir' ifadesi yer alıyor. Tutuklulukta süre konusu, tutuklama uygulamasındaki sorunların sadece bir tanesi. Her yargılamanın özellikleri, delil durumu v.s farklı. Bir olayda kişinin tutuklanmaması gerekirken bir gün bile tutuklanması uzun bir süredir. Başka bir olayda ise suçun niteliği, delil durumu kaçma şüphesi gibi nedenlerle, tutuklama süresi örneğin beş yıla kadar varabilir. Nitekim AİHM makul gerekçeler varsa beş yılı bile, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uygun buluyor. O nedenle kanun ve uygulamayı genel ilkeler açısından değerlendirmek gerekir. Ancak sadece tutukluluk süresini kısaltmak değil, yargılama sürelerinin kısalmasını sağlayacak teknik, personel alt yapısının kurulmasını da sağlamak gerekiyor. Türkiye'de bazı dönemlerde bazı davalar makul sürede yargılanma hakkını ihlal edecek ölçüde uzun sürüyor.

YÜZDE 40 ZAMANAŞIMINA UĞRUYOR

- Uzun süren davalar ne gibi sorunlar doğuruyor?

Yanılma payını saklı tutarak geçmiş yıllardaki istatistiklere bakacak olursak, davaların ortalama olarak yüzde 40'nın zamanaşımına uğradığını görürüz. Şimdi Sivas Davası gibi davalar gündeme gelince zamanaşımı bir sorun olarak tartışılıyor. Yeni TCK ile zamanaşımı süreleri uzatıldı. Ancak yeni kanun aleyhe olarak geçmişe etkili biçimde uygulanamaz. Bu ceza hukukunun, en temel ilkesi. Ama şimdi bazı yazar, çizer ve siyasetçinin, 'Suçun niteliği değişsin, süre uzatılsın ve geçmişe etkili olarak uygulansın' şeklindeki görüşlerini okuyup dinleyince umutsuzluğa kapılıyor insan. Çünkü bu 'Diğerleri söz konusuysa; hukuk teferruattır, ilke göz ardı edilebilir' anlayışının devam ettiğini gösteriyor. Ülkemizde temel, evrensel hukuk ilkeleri özellikle belli kişi ve olaylar söz konusu olunca, herkes kendi cephesinin safında yer tutup diğer cepheye yükleniyor. Kanunlar yapılırken veya uygulaması tartışılırken hep bazı isimler yararlanmasın diye, kanun ve uygulama yapılmıştır. Mesela Mehmet Ali Ağca, Haluk Kırcı... Aynı suçları işleyen ve aynı durumdaki kişilerle karşılaştırıldığında fazladan hapiste kalmışlardır. Çünkü malum 'kamuoyu vicdanı' denen ve aslında faşizmin hukuk anlayışının gerekçesi olan bu görüş, bizim ülkemizde çok etkilidir. Şimdi herkesin bunlardan mağdur olabileceği anlaşılmaya başlandı ve ilkeler bazında iyileştirmeler için bir uzlaşma zemini oluştu. Bu ümit verici, önemli bir gelişme.

TORBA DÜZENLEMELERLE OLMAZ

- Tutukluluk halinde asıl sorun süre değil dediniz. Peki, nedir asıl sorun?

Asıl sorun, verilen tutuklama kararlarındaki hukuka aykırılıklardır. Net bir rakam vermek mümkün değil ama verilen tutuklama kararlarının ciddi bir bölümü gerçek anlamda gerekçeden yoksundur. Oysa yapılması gereken tutuklamanın koşul ve sebeplerini oluşturan tüm hususların tek tek somut olayda delillerle ilişkilendirilerek açıklanması. Her kararın gerekçeli olacağı Anayasa'da ve kanunlarda açıkça yazılı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bu tür gerekçesiz tutuklamaların hukuka aykırı olduğunu söylese ve HSYK denetimlerinde bunları eleştiri olarak ortaya koysa, sorun hiçbir kanun değişikliği yapılmadan büyük ölçüde çözülür.

- Gerekçe sorunu dışında, uygulamada başka önemli gördüğünüz sorun var mı?

Özellikle gizlilik kararı bulunan dosyalarda verilen tutuklama kararları, açıkça AİHS'nin kişi özgürlüğü ve güvenliğini düzenleyen 3. maddesine aykırı. Kişi hakkında tutuklama kararı veriliyor, ancak tutuklama kararının nedenini oluşturan delillere kişinin ulaşma imkanı ortadan kaldırılıyor. Kanuna göre, tutuklama kararı tutuklama yargılaması sonucunda verilmeli. Ancak, kişi aleyhine hususların neler olduğunu bilmiyorsa buna yargılama denemez. Bu konuda bir kanun değişikliği yararlı olabilir. Kanun değişikliğinden ziyade, sürekli birilerinin dahil edilip içine atıldığı, 'torba soruşturma', 'torba iddianame' ve 'torba dava' alışkanlığından vazgeçmeli.

- Sivas davasıyla ilgili alınan zamanaşımı kararı toplumun belli kesimlerinde rahatsızlık yarattı. Siz bu kararı nasıl yorumluyorsunuz?

Davanın tümüyle ilgili bir zamanaşımı söz konusu değil. Sivas davasında 79 kişi ceza aldı, bunlardan 33'ü ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum oldu. Sadece beş kişiyle ilgili zamanaşımı kararı verilmiş. Ancak bu karar da kesinleşmemiş. Yani süreç devam ediyor. Türkiye'de 1960-2000 dönemi arasında siyasi amaçla işlenen öldürme suçlarının arka planının, nedenlerinin ve gerçek sorumlularının ortaya çıkarılması ve belirlenmesi için hiçbir ciddi araştırma yapılmamıştır. Yapılan yargılamalar, çıkarılan aflar bunları ortaya çıkarmaktan ziyade üstünü kapatmaya hizmet etmiştir. Yüzlerce siyasi amaçlı öldürmenin faili meçhuldür. Askeri darbelerle ve olağandışı müdahalelerle gerçek anlamda bir hesaplaşma/yüzleşme yapılmadan, siyasi amaçlı cinayetlerin aydınlatılması mümkün değil. Çünkü bu olaylar hep sivil siyasete müdahalenin gerekçesi olmuştur.

GÖSTERMELİK YARGILAMALAR

- Madımak katliamının faillerinin bunca yıldır sonuçlandırılıp, tüm faillerinin ortaya çıkarılamamasının sebebi nedir?

Dediğim gibi, Sivas ana davası sonuçlandı ve çok sayıda kişi ağır cezalara mahkum edildi. Ancak bu yargılamanın adil yargılanma hakkı ilkelerine uygun yapılıp yapılmadığı bakımından haklı tereddütler var. Bende oluşan izlenim; gerçek sorumlu ve faillerin ortaya çıkarılmadığı, hatta adil yargılanma ilkesine aykırı, bir anlamda göstermelik yargılamalarla, olayın örtbas edildiğidir. Türkiye'de bunlar hakimin, savcının çözeceği sorunlar değil. 'Sistem' onların önüne ne koyuyorsa savcı onu soruşturur; hakim, onu yargılar. Ülkemizde yargılanmadan önce suçluların ilan edilmesine çok tanık olduk. Bu sistem sorgulanmaya daha yeni başlandı. Bunu yapacak olan da esas itibarıyla siyasettir. Ancak, kısır siyasi çekişmeler gerçek bir sorgulamayı güçleştiriyor. Böyle konularda partiler birbirini suçlamak yerine, birlikte hareket etmeli.

- O dönemki kamu görevlileri hakkında soruşturma açılması yönünde savcılara yapılan bir çağrı var. Bu, yerinde bir çağrı mı?

Geçmişle hesaplaşmayı ceza hukuku yöntemleriyle yapmak, böyle olayları aydınlatmak için her zaman yarar sağlamaz. O dönemin, iç güvenliğinden, istihbaratından sorumlu olan bürokrat ve siyasetçilerin konuşmasını, gerçekleri anlatmasını ceza hukuku dışındaki yollarla sağlamak gerekir. Çağrı siyaseten yerinde bir çağrı. Ama o dönem Sivas'taki kamu görevlilerini görevlerini ihmal ettikleri gerekçesiyle yargılasanız bile dava zamanaşımı süresi dolmuş durumda.

Yüzleşmeye yönelik darbeler

- Türkiye bugün darbelerle yüzleşme perspektifinden iyi bir hukuk sınavı veriyor mu?

Darbe bir suçtur ve adil yargılanma ilkesine göre yapanlar yargılanmalıdır. Ancak, yüzleşme ve hesaplaşma hukuksaldan ziyade sosyal-siyasal bir süreçtir. Darbe süreçlerini oluşturan, destekleyen, rol alan ve yapan kesimlerin, kurumsal veya bireysel olarak en azından bir öz eleştirisini henüz duymadık. Toplumun tüm katmanlarına yayılan bir yüzleşmeye ihtiyacımız var. Asıl yapılması gereken budur ve bunu yapacak olan da ceza mahkemeleri değildir. Darbelerle yüzleşme süreci bir şekilde başladı. Bu olumlu. Ancak bu süreç, yüzleşme sürecine yönelik darbeler yapılmasına doğru gidiyor. Yani yüzleşmeyi çok güçleştiren hatalar yapılıyor. Darbelerle hesaplaşma veya yüzleşmenin bir amacı geçmişteki mağduriyetleri gidermektir, yeni mağdurlar yaratmak değil.

Yargıda eski alışkanlıklar devam ediyor

- Özellikle MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılmasıyla beraber, özel yetkili mahkemelerin statüsü de tartışılmaya başlandı. Siz bizdeki yapıyı nasıl görüyorsunuz?

Ben adında 'özel' olarak adlandırılan uygulamamalara veya adında 'mücadele' sözü bulunan ceza hukuku düzenlemelerine olumlu bakmıyorum. Bilindiği üzere kanunların ve uygulanmasının temel niteliği genellik ve eşitliktir. Özel yetkili demek, belli konularda uzman anlamında kullanılabilir ve bu mahkemelerin uzmanlık gerektiren konularda özel olarak yetkilendirildiğini ifade eder. Ancak, 'özel yetkili' olarak adlandırılan mahkemelerin bazı uygulamalarına bakınca, bu özel sözcüğünün, uzmanlık olarak anlaşılmadığı kanaati doğuyor bende. Nitekim cebir tehdit ve suç örgütü olmayan ihale suçlarından tutunda, dolandırıcılığa kadar birçok suça bu mahkemelerin baktığını görüyoruz. Beşinci ceza dairesinin kanuna uygun bir içtihat değişikliği dahi birçok sorunu çözecektir. Mahkemelerin görev alanını fiilen bu ölçüde genişletmek kabul edilemez bir durum.

GEREKSİZ YERE ÖRGÜT NİTELEMESİ

- Bugün özel yetkili mahkemeler kuruluş amaçlarından uzaklaştılar mı peki? Ne için kurulmuşlardı, ne yapıyorlar?

Meseleyi sadece MİT ve KCK olayları bağlamında ele almamak gerekiyor. Dünyanın her yerinde belirli suçlara bakan uzmanlık mahkemeleri bulunuyor. Bu mahkemelerin kuruluş amacı, terör gibi devlete karşı suçlar gibi özel yargılama tedbirleri ve uzmanlık gerektiren davaları görmek. Bu mahkemelerin görev alanına devlete karşı suçların bir bölümü; örgütlü uyuşturucu madde imal ve ticareti suçları ile cebir ve tehdidi sistematik olarak kullanan çıkar amacıyla kurulmuş örgütlere ilişkin suçlar girmektedir. Ancak, kanundaki koşullar yerine gelmemesine rağmen, birçok durumda gereksiz yere 'örgüt' nitelemesi yapılarak, görevli olmayan alanlardaki işlere bakılmakta. Halbuki DGM'ler dönemindeki bu yanlış uygulama devam etmesin diye, CMK 250v.d maddeleri düzenlendi. Ancak bu düzenlemeler hayata geçmedi. Elbette DGM'ler dönemindeki, işkence, gözaltında avukatıyla görüşememe gibi ağır sorunlar çözümlenmiştir. Ancak başka sorunlar hala devam ediyor.

CEZA ADALETİ SORUNLU

- Özel yetkili mahkemelerce hukukun kötüye kullanımı mı söz konusu?

Bu şekilde genel olarak hukukun kötüye kullanılmasından söz etmek veya genel olarak bu yargılamalarda görev alanları suçlamak kesinlikle doğru olmaz. Kanımca, özel yetkili mahkemelerle ilgili uygulama sorunlarını, yargısal alışkanlıklarda aramak gerekiyor. Sanıyorum eski alışkanlıklardan kurtulmak bir türlü mümkün olmadı. Bahsettiğiniz sorunlar sadece özel yetkili ağır ceza mahkemeleri bakımından değil, Türkiye'de ceza adaleti sisteminin genelinde geçerli sorunlar. Yani pek çok mahkeme gerekçesiz ya da hukuka aykırı gerekçe ile tutuklama kararı veriyor. Belki özel yetkili mahkemelerin kamuoyunun önündeki bazı davalardaki tartışmalı uygulamaları, yargı sistemimizin tamamının bu yanlışlıktan kurtulması için bir vesile olur.

KEYFİ UYGULAMALAR BİTİRİLMELİ

- Öyle anlaşılıyor ki, özel yetkili mahkemeler konusunda bir düzenleme yapılacak. Nasıl bir yapıya dönüştürülmeliler?

Mahkemeler kanunları doğru uygulamıyor diye ikide bir kanun değiştirilmesini doğru bulmuyorum. Önce doğru uygulama bakımından Yargıtay, HSYK ve Adalet Bakanlığı'nın yapmaları gereken işler var. Keyfi olduğu açıkça anlaşılan bazı uygulamaları yapanlardan hesap sormaksızın kanunu değiştirmek, sanki sorun kanundaymış gibi durum ortaya çıkarır ve bu haksızlığı, açık uygulamaları bir anlamda meşrulaştırır. Bundan kanunlar hiç değişmesin anlamı çıkartılamaz elbette.

Haber Kaynağı : Haber7.com

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209