Haluk Koç ''Siz tilkiyi kümese vekil tayin ettiniz.”

CHP Sözcüsü Prof. Dr. Haluk Koç, “Tilkiyi ehil zannederek kümese vekil tayin edersen, kümes elden gittiğinde ağlamayacaksın sevgili yurttaşım. Siz tilkiyi kümese vekil tayin ettiniz.” dedi.

Haluk Koç ''Siz tilkiyi kümese vekil tayin ettiniz.”
 CHP Sözcüsü Prof. Dr. Haluk Koç, “Tilkiyi ehil zannederek kümese vekil tayin edersen, kümes elden gittiğinde ağlamayacaksın sevgili yurttaşım. Siz tilkiyi kümese vekil tayin ettiniz.” dedi.

“Söyledik bunların niyeti kötü. Tilki tilkiliğini yapar. Ama bunun yolu bu gerçeklerle yüzleşip yine demokratik usuller içerisinde bu debdebe severlerden, bu saltanat severlerden, bu Türkiye’yi çeşitli maceralara içerde, dışarıda sokan bu kadrodan hesabını sandıkta sormaktır. Bu  görev hepimizin üzerine bir vebal olarak duruyor.”

-“AKP yolsuzlukların hesabını er geç verecek, bundan kurtuluş yok. Devletin hafızası çok güçlü olduğu için mutlaka bu konuda yeni belgelerde çıkacaktır ve işe sıfırla oğlum talimatlarından, bakan çocuklarının kasalarından, ayakkabı kutusundaki milyon dolardan, çikolata kutusunda servis edilen 500 binlik Eurolardan, utanmadan dolarları çikolata gibi yiyen bakanın bakarasından, makarasından. Gönder oğlum Süleyman 2 milyon şu maaşları ödeyelim rezaletinden ve kupon arazileri benden habersiz dağıtmayın, vermeyin talimatı ile ne kadar söz verdilerse onu verecekler aşağısı kurtarmaz utanmazlığının hesabını er geç verecekler. Bunlar yargının hafızasındadır, kayıtlarındadır.”

-“Deniz feneri yolsuzluğuna adı karışanı uyaran köstebek bakanı al, vur Zafer Çağlayan’a, biri altın kaçakçısını bırak diyor, öteki yakalanacaksın arazi ol kaç diyor. Yok aslında hiçbirinin birbirinden farkı. İkisi de AKP’nin yolsuzluğa batmış bakanları”

-“Devlete saygılı bir bürokrat çıktı, Reza Zarrab’a ait 1,5 ton altını taşıyan uçağı Zafer Çağlayan’ın özel kalem müdüründen gelen talimatla serbest bıraktık dedi.  Hatırlar mısınız köstebek bir bakan vardı şimdi arada zevzeklik yapıyor. Özel kaleminden telefonla Deniz Feneri yolsuzluğuna batmış birilerini aramış vakti zamanında. Polis gelecek aman ha tedbirli olun demişti. Tek bir örnek bile bunu gösteriyor.

-“Esas aktörün önemli anma günlerinde, milli günlerimizde hastalık bahanesini yaratma olayına sıkça tanık olduk. Yine esas aktörün alışıldık hastalık nöbetlerini tekrar ettiği bir 10 Kasım yaşadık. Düşük profilli bir 10 Kasım gündemi sergilemek istedi herhalde Cumhurbaşkanlığı konumunda ve böylece meydan fotokopi Başbakan’a kaldı.”

-“Stajyer Başbakan en büyük itirafçı konumuna girdi ve ‘kamu düzeni ön şart, silahlı unsurlar çekilmeli. Aslında vardığımız anlaşma gereğince Mayıs 2013’le Eylül 2013 arasında çekileceklerdi. Bize verdikleri sözü tutmadılar çekilmediler. Kendilerine ait bir yargı düzeni kurdular, yol kesmeler, kontroller başladı, vergi almaya başladılar, özel güvenlik kuvvetlerini kurmaya başladılar” dedi.  İtiraflar arka arkaya geliyor.”

-“Silahlı yapılar Türkiye dışına çıkacak dediniz mi? Dediniz. Çıktılar mı? Çıkmadılar. Girişler arttı mı? Evet.  Kentlerde yapılanmalar güçlendirildi mi? Evet güçlendirildi. Devlet içinde devlet manzarası sergilenen adımlar atıldı mı? Evet atıldı. Bunları Başbakanlık koltuğunda oturan bu stajyer söylüyor. İtiraf ediyor.

-“Mikrofon buldu mu milliyetçiliğin en vahşi söylemleriyle perdenin önünde rol alacaksın, halkın gazını almaya çalışacaksın, perdenin arkasında her türlü pazarlığı yapıp o pazarlıkta ayağına dolananları da sonra itiraf edeceksin”

-“Devleti bölgeden tasfiye eden siz değil misiniz, ya da ettiren. Alan hakimiyetini müzakere masasındaki arkadaşlarınıza devreden siz değil misiniz? Bu gelişmelerin sorumluluğu sizin omuzlarınızda değil mi? Yine kendi yakın dönem siyaset çıkarlarınız için bu teslimiyeti sergileyen basiretsizlik sizin basiretsizliğiniz değil mi? İtiraflar, şikayetler, sorumluluktan kaçma manevraları gırla gidiyor. Ondan sonra da klasik taktikleri devreye sokuyorlar, gündem değiştirme, gündem saptırma, kıvırma manevraları, acizlik, yandaş medya desteğinde Dersim ağıtları devreye sokuluyor. Bilmem kaçıncı kez Alevi yurttaşlarımıza dönük aldatma seansları başlatılıyor.”

-“ Sen Dersim’i bırak gel önce şu Sivas’ın hesabını ver. Gel önce şu Uludere’de yaptığınız katliamı Ankara’nın karanlık koridorlarında unutturmayacağız diyen açıklamalarınızdan sonra gelişen olaylara bak. Kerbela’ya benzetiyorsun. Sivas modern Kerbela değil mi? İnsanları diri diri yakan, sanıkların kaçıp yıllarca yurtdışında yaşamasını sağlayan bu utanç davasında avukatlık yapan zihniyetin manevi mirasçısı sen değil misin? Bu insanları alıp AKP listelerinden milletvekili seçtirip meclise taşıyan sen değil misin? Bu dava zaman aşımına uğradığında hayırlısı olsun temennisinde bulunan senin reis değil mi ey Başbakan? Lafa geldi mi heybe geniş, laf bol. Eylem? Eylem yok. “

-“Öğretmen edasıyla Alevi yurttaşlarımıza Aleviliği öğretmeye kalkan bir karikatür. Birkaç göstermelik gaz alan çalıştay yapmakla, havanda su dövmekle bu işler yürümez muhterem. Bunu aklına koy. Meydanlarda Alevi inancına sahip insanlarımızı yuhalatan, aşağılatan siz değil misiniz? İçindeki kinini küçücük Berkin’in 40 kiloya inmiş sübyan cenazesi üzerinden sürekli meydanlarda haykıran sen değil misin? Cemevleri cümbüş evi diye saygısızlığı zirveye taşıyan senin tayfan değil mi? Bırak edebiyatı kendine göre tarih yorumlamayı, çarpıtmayı yapabiliyorsan getir şu paketi. Bak mert ol, açık ol. Cemevlerine ibadethane statüsü tanıyabiliyor musun bugün?”

-“Diyanet İşlerinde Alevi inancını temsil ettirebilecek idari ve mali bir yapılanma gerçekleştirebiliyor musun, var mı gücün? Suiistimal etmeden, hiç inanç sömürüsüne kaçmadan bir gerçekle yüzleştireceğim seni. Çünkü açıkça gerçekleri çarpıtan bir Başbakan konumundasın. Yakışmıyor birde akademisyen kimliğin var. AİHM’nin verilmiş kararları var. Zorunlu din derslerinin kaldırılmasını öneren, karar altına alan bir takım yargı kararları var ki Türkiye Cumhuriyeti yasalarını da bağlıyor. Bu uygulamayı kaldırabiliyor musun kardeşim? Peki Madımak’ı bir ibret müzesi haline getirebilecek iradeyi koyabiliyor musun ortaya? Yok bunların hiçbiri yok. Boş laf bol. Eveleme, geveleme bol. Yani gereğini yapma? Gereğini yapma yok.”

-“Arafat’ı 11 Kasım 2004’te şüpheli bir ölüm sonucu kaybetmiştik biliyorsunuz. Yaser Arafat’ı da tıpkı Atatürk gibi antiemperyalist, seküler, bağımsız bir Filistin uğruna verdiği mücadelede kaybedişimizin 10. yılında CHP adına rahmetle anıyorum”

-“Kudüs’e dinci, ırkçı, faşist İsrail siyasi kanadının çağrısı üzerine yapılan, İslam’ın kutsallarını hedef alan saldırı dolayısıyla bir kere daha lanetliyoruz.”

-“Papa – Tayyip Erdoğan ilişkisi önemlidir. İçerde küfür eder her türlü istismarcılık yapılır, dışlama yapılır, ayrımcılık yapılır ama yan yana geldiğinde hazırolda durur.”

Değerli arkadaşlarım hoşgeldiniz.

Merkez Yönetim Kurulu şuanda haftalık toplantısını yapıyor. Haftanın olağan akan siyaset gündemiyle ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini paylaşmak için bende huzurunuzdayım. Konuşmama başlamadan önce dünkü tarih itibariyle 11 Kasım 2014 Yaser Arafat’ı 11 Kasım 2004’te şüpheli bir ölüm sonucu kaybetmiştik biliyorsunuz. Kudüs’e dinci, ırkçı, faşist İsrail siyasi kanadının çağrısı üzerine yapılan İslam’ın kutsallarını hedef alan saldırı dolayısıyla da bir kere daha lanetliyoruz. Bu arada Yaser Arafat’ı da tıpkı Atatürk gibi antiemperyalist, seküler, bağımsız bir Filistin uğruna verdiği mücadelede kaybedişimizin 10. yılında da bir kere daha Cumhuriyet Halk Partisi adına rahmetle anmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, siyaset kendi bildiğini okuyor. Yani kendi akışı içerisinde iktidar kanadının samimiyetten uzak, gündem saptırma çalışmaları, gayretleriyle iyice amacından çıkmış durumda. Esas aktör biliyorsunuz önemli anma günlerinde, milli günlerimizde bir hastalık bahanesini yaratma olayına sıkça tanık olduk. Yine böyle bir esas aktörün alışıldık hastalık nöbetlerini tekrar ettiği bir 10 Kasım gördüm. Düşük profilli bir 10 Kasım gündemi sergilemek istedi herhalde Cumhurbaşkanlığı konumunda ve böylece meydan fotokopi Başbakana kaldı gündem bakımından söylüyorum bunu. Davutoğlu’da esas aktörün bu şekilde gündemi düşük profile çekmesiyle sahne aldı ve derin strateji bilgisinin tarih ve edebiyat kısmını gündeme sokarak bütün hüneriyle sahnede görev yapmaya çalıştı.

Değerli arkadaşlarım, bir süreç yaşanıyor biliyorsunuz. Pazarlık yapanların dışında bu süreçle ilgili. Kimler olduğunu biliyorsunuz pazarlık masasından. Pazarlık yapanların dışında AKP seçkinlerinin milletvekillerinin dahi ayrıntılı bilgi sahibi olmadığı bir süreç bu ve adı çözüm süreci. Bu sürecin bir bataklığa saplandığını görüyoruz. El yordamıyla tarif ediyoruz. Her ne kadar Sayın Akdoğan bu süreci okuyamamayı bir zeka özrüyle açıklasa da kendileri ne kadar zeka özürlü olduklarını anlayabilecek kadar akıllı olmaları lazım. Bu da karşı cevabı onun.

Şimdi birbiri ardına yetkili ağızlardan bu süreçle ilgili yapılan açıklamalar var.

Değerli basın mensupları, bunları bir kere hatırlatmak istiyorum. Önce Efkan Ala İçişleri Bakanı. Bölgede alan hakimiyetini kaybettik sözü basına yansıdı değil mi? Peşinden Yalçın Akdoğan bir televizyon programında bazı ifadelerde bulundu onu da söylemek istiyorum. Yalçın Akdoğan şöyle şikayet ediyor. PKK’nın Öcalan’ın talimatlarını yerine getirmediğini görüyoruz. Böyle bir sahtekarlık olmaz. Herkes üzerine düşeni yapmak zorunda dedi CNN ekranlarında. Sonra stajyer Başbakan en büyük itirafçı konumuna girdi ve şunları söyledi. İğreti bir ifadeyle kamu düzeni ön şart, silahlı unsurlar çekilmeli. Aslında vardığımız anlaşma gereğince Mayıs 2013’le Eylül 2013 arasında çekileceklerdi. Bize verdikleri sözü tutmadılar çekilmediler diyor. Daha da ileri gidiyor ve silahlarını bırakmadılar, çekilmediler sözünden sonra başka ifadelerde bulunuyor. Kendilerine ait bir yargı düzeni kurdular diyor, yol kesmeler başladı diyor, kontroller başladı diyor, vergi almaya başladılar diyor, harçlar almaya başladılar diyor. Kendi özel güvenlik kuvvetlerini kurmaya başladılar diyor. İtiraflar arka arkaya geliyor.

Değerli basın mensupları, şimdi sonuç AKP kanadı her zaman için önündeki neyse o seçim yerel, genel, cumhurbaşkanlığı, şu, bu. Bu seçim döneminde kendi siyasi hesaplarını gözönüne alarak bu süreci kendi avantajına göre yürütmeye çalıştı.

Şimdi bakıyoruz, itiraflardan yola çıkarak bakıyoruz maalesef Sayın Akdoğan’ın söylediği kadar zeki değiliz herhalde konuyu bilmediğimiz için. İtiraflardan yola çıkarak sonuçtan geriye geliyoruz.

Şimdi silahlı yapılar Türkiye dışına çıkacak dediniz mi? Dediniz. Çıktılar mı? Çıkmadılar. Kim söylüyor bunu? Sizler söylüyorsunuz. Peki bir gerçek var karşımızda tam tersine daha girişler arttı mı? Kentlerde yapılanmalar güçlendirildi mi? Evet güçlendirildi. Devlet içinde devlet manzarası sergilenen adımlar atıldı mı? Evet atıldı. Bunları Başbakanlık koltuğunda oturan bu stajyer söylüyor. İtiraf ediyor. Evet bunlar gerçekleşti.

Değerli arkadaşlarım, yani adam kaçırma, okul, şantiye yakma, kendi otoritesini belgeleyen halk savunma kuvvetleri ve bir takım özerk mahalleler, bölgeler oluşturma. Bütün bunlar gerektiğinde sokak gösterileriyle de desteklenerek devreye sokuldu mu? Sokuldu.

Yani kısaca özeti şu; mikrofon buldu mu milliyetçiliğin en vahşi söylemleriyle perdenin önünde rol alacaksın, halkın gazını almaya çalışacaksın, perdenin arkasında her türlü pazarlığı yapıp o pazarlıkta ayağına dolananları da sonra itiraf edeceksin. İtirafçı konumuna düşeceksin.

Değerli basın mensupları, şunları sormak hakkımız değil mi? Devleti bölgeden tasfiye eden siz değil misiniz ya da ettiren kavramı oluşturan siz değil misiniz? Alan hakimiyetini müzakere masasındaki arkadaşlarınıza devreden siz değil misiniz? Bunun yolunu açan sizler değil misiniz? Bu gelişmelerin sorumluluğu sizin omuzlarınızda değil mi? Yine kendi yakın dönem siyaset çıkarlarınız için bu teslimiyeti sergileyen basiretsizlik sizin basiretsizliğiniz değil mi? İtiraflar, şikayetler, sorumluluktan kaçma manevraları gırla gidiyor. Ondan sonra da klasik taktikleri devreye sokuyorlar, gündem değiştirme, gündem saptırma, kıvırma manevraları, acizlik, yandaş medya desteğinde Dersim ağıtları devreye sokuluyor. Bilmem kaçıncı kez Alevi yurttaşlarımıza dönük aldatma seansları başlatılıyor.

Beyler, aslında siz bunu sevgili yurttaşlarımızla paylaşmak istiyorum. Aslında siz değiştik dediniz, aslında hiçbir şekilde değişmediniz. Kandırabildiklerinizi o dönem içerisinde kandırdınız. Aslında siz hep aynısısınız. Söylemlerinizi rol icabı değiştirdiniz ama rüyalarınızı, kafalarınızın içindekini hiç mi hiç değiştirmediniz, bir gayrette sergilemediniz. Siyaseten meşrulaşmak için geçici AB ilişkilerinde çığır açtığınızı söylediniz, söylemleriniz bu yöndeydi. Demokrasi nutukları attınız, demokrat kostümleri giydiniz piyasaya öyle çıktınız dünyada. Ama kafanız aynı, niyetiniz aynı, duruşunuz aynı, emperyalist aferinler almak için pozisyon değiştirmeleriniz aynı, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet alma verme huylarınız aynı hiç değişmedi. Görgüsüzlük, yalanı inanarak gerçekmiş gibi söylemek geleneğiniz hiç değişmedi hep aynı. Şatafat, debdebe, ihtişam, saltanat özlemleriniz hep aynı. Ne %3’lük maaş artışına mahkum ettiğiniz emekliler var sizin gözünüzde. Ne yeraltında ölüme mahkum ettiğiniz maden işçileri var gündeminizde. Ne milyonlarca ekmek peşinde koşan işsiz var sizin dünyanızda. Ne tarlasını kuruttuğunuz çiftçiler var. Ne kararttığınız adalet var. Ne uluslararası itibarımız, onurumuz hiçbir şey umurunuzda değil. Bir tek kendiniz, iktidarınız ve bütün bu rezillikleri başarıymış gibi anlatma görevi verilen yandaş hokkabazlar ordusu mutlu, mesut yaşamına devam ediyor bugün Türkiye’de. Manzara bu. Siz aslında hiç değişmediniz söylemek istediğim bu.

Son vecize demin söylediğim gibi gündem değiştirmek için tekrar Dersim ağıtları gündeme sokuldu dedim.

Değerli arkadaşlarım, sen Dersim’i bırak gel önce şu Sivas’ın hesabını ver. Gel önce şu Uludere’de yaptığınız katliamı Ankara’nın karanlık koridorlarında unutturmayacağız diyen açıklamalarınızdan sonra gelişen olaylara bak. Kerbela’ya benzetiyorsun. Sivas modern Kerbela değil mi? İnsanları diri diri yakan, sanıkların kaçıp yıllarca yurtdışında yaşamasını sağlayan bu utanç davasında avukatlık yapan zihniyetin manevi mirasçısı sen değil misin? Bu insanları alıp AKP listelerinden milletvekili seçtirip meclise taşıyan sen değil misin? Bu dava zaman aşımına uğradığında hayırlısı olsun temennisinde bulunan senin reis değil mi ey Başbakan? Lafa geldi mi heybe geniş, laf bol. Eylem? Eylem yok. Söyleyeceğine adım atmaları gereken bir konu Alevi yurttaşlarımızın haklarıyla ilgili mangalda kül bırakmıyorlar dikkat edin. Öğretmen edasıyla Alevi yurttaşlarımıza Aleviliği öğretmeye kalkan bir karikatür onu söyledim. Söylediği her söz kendi siyasi çizgisinin icraatıyla çelişen bir kişi. Birkaç göstermelik gaz alan çalıştay yapmakla, havanda su dövmekle bu işler yürümez muhterem. Bunu aklına koy. Meydanlarda Alevi inancına sahip insanlarımızı yuhalatan, aşağılatan siz değil misiniz? İçindeki kinini küçücük Berkin’in 40 kiloya inmiş sübyan cenazesi üzerinden sürekli meydanlarda haykıran sen değil misin? Cemevleri cümbüş evi diye saygısızlığı zirveye taşıyan senin tayfan değil mi? Bırak edebiyatı kendine göre tarih yorumlamayı, çarpıtmayı yapabiliyorsan getir şu paketi. Bak mert ol, açık ol. Cemevlerine ibadethane statüsü tanıyabiliyor musun bugün?

İki; Diyanet İşlerinde Alevi inancını temsil ettirebilecek idari ve mali bir yapılanma gerçekleştirebiliyor musun, var mı gücün?

Üç; suiistimal etmeden, hiç inanç sömürüsüne kaçmadan bir gerçekle yüzleştireceğim seni. Çünkü açıkça gerçekleri çarpıtan bir Başbakan konumundasın. Yakışmıyor birde akademisyen kimliğin var. Söyleneni çok iyi anlıyorsun da işine geldiği gibi ucuz siyasete çarpıtarak pazarlıyorsun. AİHM’nin verilmiş kararları var. Zorunlu din derslerinin kaldırılmasını öneren, karar altına alan bir takım yargı kararları var ki Türkiye Cumhuriyeti yasalarını da bağlıyor bu biliyorsunuz. Bu uygulamayı kaldırabiliyor musun kardeşim? Peki Madımak’ı bir ibret müzesi haline getirebilecek iradeyi koyabiliyor musun ortaya? Yok bunların hiçbiri yok. Boş laf bol. Eveleme, geveleme bol. Yani gereğini yapma? Gereğini yapma yok.

Değerli basın mensupları, şunu bir kere daha paylaşmak istiyorum sizlerle. Bu konuda söyleyecekleri hiçbir şey yok. Suratlarına bu acı gerçekler her zaman şamar gibi indirilir.

Şimdi yolsuzluklara bulaştıkları için istifa etmek zorunda kalan 4 AKP’li bakan için biliyorsunuz TBMM’de bir soruşturma komisyonu kuruldu, bir yolsuzluk komisyonu kuruldu. İşte ağır aksak, kör topal nasıl tarif ederseniz o şekilde çalışmaya gayret ediyor 40 türlü iktidar tarafından çıkarılan engele rağmen. Şimdi bu komisyon suçlananların ayağına gitse onlar ifade vermese de çalışmaya devam gayreti içinde. Devlete saygılı bir bürokrat çıktı geçen gün gümrük müsteşarı. İsmi ortada. Komisyona ifade verdi ve şunu tutanaklara geçirdi paylaşmak istiyorum. Reza Zarrab’a ait 1,5 ton altını taşıyan uçağı Zafer Çağlayan’ın özel kalem müdüründen gelen talimatla serbest bıraktık. Çok açık, çok net ifadeler. Hatırlar mısınız köstebek bir bakan vardı şimdi arada zevzeklik yapıyor. Özel kaleminden telefonla Deniz Feneri yolsuzluğuna batmış birilerini aramış vakti zamanında. Polis gelecek aman ha tedbirli olun demişti. Al o köstebek bakanı vur Zafer Çağlayan’a biri altın kaçakçısını bırak diyor, öteki yakalanacaksın arazi ol kaç diyor. Yok aslında hiçbirinin birbirinden farkı. İkisi de AKP’nin yolsuzluğa batmış bakanları. Biraz kafiyeli oldu ama ben istemedim o bölümü bu şekilde çıktı sözler. Yani tablo ortada onu paylaşmak istedim. Artık net olarak ortaya çıktı. Yani AKP bu yolsuzlukların hesabını er geç verecek bundan kurtuluş yok. Tek bir örnek bile bunu gösteriyor.

Bakın, yine görevden alınan eski İstihbarat Dairesi Başkanlarından biri suç duyurusunda bulundu ve şunu söylüyor. Kapatılan 17 – 25 Aralık dosyaları somut suç belgelerine dayanıyor. O belge ve bilgiler hukuka uygun olarak toplanıp savcılıklara gönderildi. Bu nedenle kapatılan dosyaların yeniden açılarak yargılanmaya devam edilmesini talep ediyorum diyor. Hukuk ne diyor? Yeni bir kanıt veya belge bulunduğunda dosya yeniden açılır diyor. Öyle anlaşılıyor ki kapatılan yolsuzluk dosyaları da günü geldiğinde tekrar açılacak. Bundan şimdi kapattık zannediyorlar, şimdi kurtulduk zannediyorlar bunun sorumluluklarından hiçbirisi kaçamayacak.

Değerli arkadaşlarım, devlet kolay bir aygıt değildir. Devletin hafızası çok güçlü olduğu için mutlaka bu konuda yeni belgelerde çıkacaktır ve işe sıfırla oğlum talimatlarından, bakan çocuklarının kasalarından, ayakkabı kutusundaki milyon dolardan, çikolata kutusunda servis edilen 500 binlik Eurolardan, utanmadan dolarları çikolata gibi yiyen bakanın bakarasından, makarasından. Gönder oğlum Süleyman 2 milyon şu maaşları ödeyelim rezaletinden ve kupon arazileri benden haber vermeden dağıtmayın, vermeyin talimatı ile ne kadar söz verdilerse onu verecekler aşağısı kurtarmaz utanmazlığının hesabını er geç verecekler. Bunlar yargının hafızasındadır, kayıtlarındadır.

Gelelim şu son günlerin güncel konularından bir tanesi şu bin odalı kaçak saraya.

Değerli arkadaşlarım, belki bir benzetme olacak ama bugünün saraylısı Tayyip Erdoğan. Kendisine 1 milyar 360 milyon liraya, hep söylüyoruz eski paraya da çevirerek 1 katrilyon 360 trilyon liraya yapılan kaçak saraya. Bu saray milletin dedi hazret. Senden millet bu kadar para harcayarak bu saray yapılsın mı dedi sana? Kaçak saray Ankara’nın her tarafından görülsün diye 24 saat ışıklarının açık tutulması talimatı verilmiş. 24 saat açık tutulacak. Yani görgüsüzlük her alanda, her boyutta. 24 saatlik ışıltının bedeli açıklandı aylık 700 bin lira. Sadece elektrik faturası. Yıllık 8 milyon 400 bin lira. Sarayın sahibi de millet olunca, öyle diyor. Tabi elektrik faturasını da millet ödeyecek. Üstüne de bu kadar daha içinin tefrişatı, personel gideri, hizmet gideri şu bu yok. Elektrikten bahsediyoruz. Saray milletin, millet için yaptırmış. İşletme masraflarının tümü de milletin cebinden çıkacak. Kimden çıkacak? Emekliden çıkacak, esnaftan çıkacak, köylüden çıkacak, yem parasından çıkacak, benzin zammından çıkacak. Nereden çıkacak? Para basmayacağına göre buradan çıkacak.

Değerli arkadaşlarım, şimdi kaçak sarayın kaynağı araştırıldı. Ortaya çıktı ki, işsizlik fonunda biriken paranın önemli bir kısmı kaçak saray için kullanılmış. Peki bu fon niçin kurulmuştu hatırlatmak istiyorum. İşçiler işsiz kaldığında bir süre buradan aldığı parayla yeni iş bulana kadar geçinsin diye değil mi amacı bu işsizlik fonunun. Ama görünen o ki bu paraya da göz dikmişler bunlar hazır gördü mü dayanamıyorlar. Bunlar hazır gördü mü bir şekilde götürecekler. Ama götürürken kendi adlarına götürmüyorlar millet adına götürüyorlar. Yeni tarifleri de bu.

Değerli arkadaşlarım, şimdi mobilyalara 20 milyon harcanıyor, yani eski parayla 20 trilyon lira. Yani arada kimler var, kimler yok bütün bunları çıkarttığınız zaman bunları ibret olsun diye söylüyorum. Bu kadar sıkıntı çeken, bu kadar daralan, bunalan bir nüfusta bir lokma, bir hırka diyenlerin bugün hangi saltanat arayışı içinde olduklarını sergilemek için söylüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir de devletin ödediği kiralar var biliyorsunuz. Bu kiraların bir milletvekilinin soru önergesine verilen cevapta çok ilginç sonuçlar çıkıyor. Şuradaki aile ve sosyal hizmetler bakanlığı dahil birçok bakanlık ve bağlı kuruluş Ankara’da önemli meblağda kiralar ödeyerek devlet adına güya hizmet yapıyorlar. Bu binalara baktığınız zaman önemli oranda tanınmış müteahhitler çıkıyor. Yani binayı yapmış adam 10 milyondan başlayan yıllık kiralar devlet tarafından bu kişiye ödeniyor.

Geldiğimiz manzara bu sevgili yurttaşlarım. %3 emekli maaşını almak için bankamatiğin önüne gittiğinde 23 lira maaş artışıyla, 44 lira maaş artışıyla karşılaştığın zaman bu gerçekleri unutma. Yem almaya gittiğinde önüne çıkan fiyat tabelasında bu gerçekleri unutma. İşsiz gençler, üniversiteyi bitirenler, yatırım yapmayan, istihdam yaratmayan bir ülkenin nerelere müsriflik yaptığını hatırlayın diye bunları söylemek istiyorum.

Bir söz vardır onu söylemeden geçemeyeceğim bir atasözüyle tamamlayım son bölümü. Tilkiyi ehil zannederek kümese vekil tayin etmişler, kümes elden gittiğinde o zaman ağlamayacaksın sevgili yurttaşım. Siz tilkiyi kümese vekil tayin ettiniz. Söyledik bunun niyeti kötü. Yani bu tilkiliğini yapar. Kümeste bir şey kalmayınca o zaman şikayet etmeyeceksin, ağlamayacaksın. Ama bunun yolu bu gerçeklerle yüzleşip yine demokratik usuller içerisinde bu debdebe severlerden, bu saltanat severlerden, bu Türkiye’yi çeşitli maceralara içerde, dışarıda sokan bu kadrodan hesabını sandıkta sorma görevi bu da hepimizin üzerine bir vebal olarak duruyor.

Son bir nokta bu da tartışılıyor. Taşeron işçiler meselesi var biliyorsunuz. Kamuda çalışırken dava açan ve asıl işi yaptığını kanıtlayarak davalarını kazanan 10 bine yakın taşeron statüsünde işçi var. Bunlara tazminat ödenmesi kararı çıktı yargıdan. Şimdi hükümet çevrelerinden duyuyoruz bir ahlaksız teklifle karşı karşıya bu insanlar. Siz diyor yargıda hak ettiğiniz bu tazminatlardan vazgeçin biz sizi kadroya alalım diyor. Bu bir ahlaksız tekliftir. Yargı kararıyla 40 yılda bir emek bir hak kazanmış sen onu ahlaksız teklifle geri almaya çalışıyorsun. Tıpkı Alevi yurttaşlarımızın talepleri noktasındaki gibi burada da kıvırma, burada da mert ol, burada da açık ol. O zaman taşeronluk sistemini kaldıracak adımları at. O tazminat paralarını öde devletsin, hukuk devletisin, hukuka saygılısın. Onların hakkını gasp edemezsin ama tüm taşeron işçileri de kadroya alarak bu sorunu hallet ahlaksız teklifle ikilik yaratarak insanları birbirine düşürme. Buna karşıda takipçiliğimizi sürdüreceğiz, işçilerin kazanılmış haklarının gasp edilmemesi için gereken tavırları arkadaşlarımızda sergileyecekler.

Hafta içerisinde değerlendirmeye çalıştığım konular bunlar. Sizlerin soruları olursa onları da yanıtlayabilirim.

Soru- Bugün açıklanan iş güvenliği paketi vardı efendim bizzat Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıkladığı. Buna dair yorumunuz ne olacak? Birde dün Çalışma Bakanı Faruk Çelik Suriyelilerin istihdamıyla ilgili bir adım atılacağını söyledi. Nasıl değerlendirirsiniz?

Haluk KOÇ- Şimdi ilkiyle ilgili söyleyeyim. Basra yıkıldıktan sonra diye bir deyim vardır biliyorsunuz. Yani bu kadar önce daha öncesi Zonguldak’ta değişik noktalarda, daha sonra Soma’da, daha sonra Ermenek’te, daha sonra Bartın’da ve Türkiye’nin değişik bölgelerinde sadece maden kazaları değil, iş güvenliğini ilgilendiren eksikliklerden kaynaklanan çeşitli iş cinayetleri. Bütün bunlar sergilenirken, bütün bunlar muhalefet tarafından ortaya konurken İLO standartlarının iş güvencesiyle ilgili bölümlerini dahi yükümlülüğü olduğu halde, taraf olduğu halde onaylamayan bir Türkiye Cumhuriyeti hükümetiyle karşı karşıyaydık.

Şimdi ortaya vahim sonuçlar çıkmaya başladığında adım atma ihtiyacı duyduklarını görüyoruz. Zararın neresinden dönerlerse kardır diyeceksiniz. Peki Soma’da, Ermenek’te, İstanbul’da Torunlar inşaatta asansörden düşerek ölen değişik iş kazalarında hemen hemen her gün canlarını veren binlerce işçi geri gelebilecek mi? Yani bu konuda dikkat ederseniz yönetmeliğin adını bile değiştirdiler iş güvenliği, işçi ve çalışma güvenliği değil, iş güvenliği yani işin güvenliğini sağlayacaksın, çalışanın güvenliği ikinci planda. Bütün bunların sağlıklı bir şekilde çok önceden planlanması, yapılması gerekiyordu. Kaldı ki, Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanı da gerekli her görüşten, her dünya görüşünden meslek odası ve sendikacının katıldığı geçen hafta sonunda 10 maddelik bir planı hatırlıyorsunuz muhalefet adına da yapıcı bir şekilde ileri sürmüştü. Ders alırlar, olumlu adımlar atarlarsa destekleriz.

Soru- Suriyelilerin istihdam edilmesi?

Haluk KOÇ- Valla Türkiye’de işsiz sayısı resmi rakamlarla %9,8 – 10 civarında. Üniversite bitirmiş işsiz sayısı %17, 18 civarında. Tüm topluma bakarsanız başvurarak işsiz olduğunu beyan ederek iş arayanlar çerçevesinde bu rakamlar. İş bulamayacağı için başvurmayanları da hesaba katarsanız %20’lerin üzerinde işsizliği olan kendi yurttaşları arasında bir ülkeden bahsediyoruz. En sağlıklı iş Suriye’nin içindeki yıkıcı politikalara, karıştırıcı politikalara taraf olmamak, Suriye’nin iç düzeninin korunması için katkıda bulunmak, Suriye’de güvenlik sağlandıktan sonra, demokrasi oturtulduktan sonra herkesin kendi ülkesine dönecek koşulları sağlamak. Bence en önemli istihdam kaynağı bu olması lazım. Önce kendi yurttaşımız var.

Soru- Efendim ay sonunda Papa’nın Türkiye’ye bir ziyareti olacak. Bugünde Mimarlar Odasının yazdığı bir mektup vardı Papa’ya Cumhurbaşkanlığı sarayıyla ilgili. Mahkeme kararına rağmen yapıldı, orası gayrimeşrudur, gelirseniz resmi olarak orayı meşrulaştıracaksınız dendi. Buna bir değerlendirmeniz olur mu efendim?

Haluk KOÇ- Valla Sayın Tayyip Erdoğan’ın geldiği siyasi çizgi bahsettiğiniz resmi diplomatik Vatikan devleti ama katolisizmin temsilciliğini de yapan, dini önderliğini de yapan Papa’yla ilişkilerini geçmiş dönemde de her ne kadar Türkiye’de atsa tutsa da çok iyi olduğunu gösteriyor. Herhalde ilk Papa’ya göstermek istedi kaçak sarayı. Karşısında diplomatik teamülü ya da diplomatik davranış kalıbı ne olur onu bilmiyorum. Mimarlar Odası böyle bir uyarıda bulunmuş. Gerisini yaşayarak göreceğiz. Tayyip Erdoğan kadar çok yakınlığımız yok Papa’yla o yüzden bilemem Papa’nın davranışını. Önceden bir yorum yapamam. Kendisi önsezileriyle kurduğu dostluklardan ya da ilişkilerden çünkü altında çok güzel imzada atıyordu biliyorsunuz fotoğrafları vardır. Papa – Tayyip Erdoğan ilişkisi önemlidir. İçerde küfür eder her türlü istismarcılık yapılır, dışlama yapılır, ayrımcılık yapılır ama yan yana geldiğinde hazırolda durur.

SİVİL HABER

Güncelleme Tarihi: 13 Kasım 2014, 13:09
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209