AK Parti Davutoğlu ve ekibi başkanlık istemiyor

Zaman Gazetesi’nin Yorum sahifesine muntazam aralıklarla kaleme aldığım yazılarım aslında sahifenin adı ile tam da örtüşmüyor.

AK Parti Davutoğlu ve ekibi başkanlık istemiyor
 Bu sayfaya yorumdan ziyade bilgi aktarma amaçlı yazılar gönderiyorum. Bendenizin gazete ve köşe yazarlığından aslında anladığı da biraz bu. Yani bilgi aktarma işlevi ama bilgi çağında bilgi aktarmak yerine herkesin ulaşabildiği bilgileri kendi formasyonunuz, dünyaya bakışınız çerçevesinde yorumlamak…  Bu, çok daha yeni bir trend ve yakın gelecekte de  güçlenerek devam edecek.  Ben de bugün, bilgi aktarma yerine çok daha yalın bir yorum denemesi yapacağım. Yazımın başlığından da anlayacağınız gibi başkanlık sistemi, 7 Haziran seçimleri ve bu tarih yaklaşırken Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve başta Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu olmak üzere AK Parti yönetiminin, başkanlık sistemine geçiş ve çözüm süreci tartışmalarına ilişkin tavırlarını, pozisyon alışlarını yorumlamak istiyorum.

Bu tartışmalar aslında çok uzun bir süredir gündemde ama galiba geçtiğimiz cumartesi günü Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç’ın açıklamaları ile tersinmez bir biçimde gündeme de oturdu. Açıklama ilk bakışta muhtemelen çözüm sürecinde devreye girmesi düşünülen İzleme Heyeti, bu heyette görev alacak kişilerin sayısı ve kimlikleri ile ilgili gibi gözüküyor ama esas mesele çok daha kapsamlı ve kesinlikle sadece İzleme Heyeti ile de ilgili değil.

Konunun, tartışmanın, -hatta anlaşmazlık da diyebiliriz- özü başkanlık sistemine dayanıyor. 7 Haziran seçimleri sonrası yapılması beklenen yeni anayasa ve daha ileriye taşınması istenen çözüm süreci konuları kanımca başkanlık sistemine geçiş tartışmasının gölgesinde kalıyor. Meselenin bir yanında Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve ekibi var. Bu ekibin içinde Yiğit Bulut, Cemil Ertem bulunuyor. Bu projede çok bilgi sahibi olmayan, konuya sıcak bakan ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a destek veren gazeteciler de yer alıyor. Buna, hiç kuşku yok ama AK Parti teşkilatının, AK Parti bugünkü TBMM grubunun ve daha da önemlisi, 7 Haziran’da TBMM’ye girecek yeni AK Parti grubunun ne kadar destek verdikleri ve verecekleri büyük ölçüde belirsiz.

ANKARA’NIN GERÇEK PATRONU KİM?

Meselenin diğer yanında ise Davutoğlu ve ekibi var. Şimdilik net olarak kimlerden oluştuğunu söyleyemiyoruz ama böyle bir grubun oluşmakta olduğuna hiç tereddüt yok. Kanımca, Erdoğan ekibinin Davutoğlu ekibine oranla sosyolojik ve siyasal anlamda daha güçlü olduğunu, olacağını ileri sürmek kolay değil.

Davutoğlu ekibinin Erdoğan kanadına oranla kurumlar sosyolojisi ve siyaseten daha güçlü olduğunu ileri sürmemin altında üç temel neden yatıyor. Bunlardan birincisi, Sayın Erdoğan’ın tartışılmaz ağırlığı ve siyasal gücüne rağmen mevcut siyasal sistemimizin başbakan ağırlıklı ve rant üretme/üleştirme temelli bir sistem oluşu. Çok kısa bir süre geçmiş olsa bile Sayın Davutoğlu, başbakan sıfatıyla bugün devlet çıkışlı rant üretme ve bu rantı üleştirme/bölüştürme mekanizmalarının başına geçmiş bulunmaktadır. Bu rant üretme/üleştirme sistemi de Ankara’nın aslında gerçek patronunun kim olduğunu hep belirlemiştir. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan da bu durumu ve Türkiye gerçeğini çok iyi bildiğinden, karşı hamlesini yapmıştır. Yeni Cumhurbaşkanlığı konutunda icracı izlenimini veren, yatırımları ve kamu ihalelerini izleyici olduğu söylenen çok sayıda birim kurarak rant oluşturma ve üleştirme tekelinin hükümette olmadığı mesajını vermek istemiştir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu birimleri oluşturma mantığı kanımca başkanlık sistemine bir geçiş hazırlığı değil, rant üretme ve üleştirme merkezinin hükümetten Saray’a kayacağı sinyalini vermektir. Türkiye siyaseti ve özünün temel yönlendiricisinin rant musluklarının kontrolü olduğunu geçmiş yöneticiler kadar Sayın Erdoğan da çok iyi bilmektedir ve bu adımı böyle okumak gerekir. Ancak sistem de kendi direnişini ve kendini koruma, devam ettirme refleksini üretmektedir ve başbakanlık sistemi ağırlığını dayatmaktadır. Bu süreçte Başbakan Sayın Davutoğlu’nun kişiliğinden ziyade başında bulunduğu başbakanlık sistemi siyasal sisteme ağırlığını koymaktadır.

İkinci mesele de Sayın Cumhurbaşkanı’nın, son yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına rağmen, 17-25 Aralık sürecinde ziyadesiyle yıpranmış olduğu gerçeğidir. Zaman içinde daha da belirgin hale gelmektedir. Bu durum da, yine kaçınılmaz olarak başbakanlık sisteminin lehine işlemektedir.

KAMU İHALELERİ VE KÖKLÜ BAŞBAKANLIK SİSTEMİ

Üçüncü bir temel neden de, başka bir rant üretme ve üleştirme mekanizmasıdır. Başkanlık sistemine geçildiğinde, bu sistem gerçekten çok fazla yerellik kokmayacak ise bu sistemde milletvekillerinin bakan olamayacağı gerçeğidir. Yukarıdaki cümlemde “çok fazla yerellik kokmayacak ise” ifadesini kullanmamın nedeni başkanlık sistemlerinde kuvvetler ayrılığının çok daha belirginleşeceği ve yasama organından kimsenin yürütmede görev alamayacağı evrensel ilkesinden kaynaklanmaktadır. Bizde, seçildiğinde bakanlık ihtimali daha yasama organına girdiği anda sıfırlanan bir milletvekilinin siyasal motivasyonunun nasıl olabileceğini bilmek, tahmin etmek için siyaset psikolojisi uzmanı olmaya gerek yok.

İlk anda aklıma gelen söz konusu üç konu ülkemizde başkanlık sistemine geçişte bu sistemi savunanların işinin aslında hiç de kolay olmayacağını göstermektedir. Köklü başbakanlık sistemi kamu ihalelerinden de aldığı güçle siyaset sisteminin merkezi olmayı sürdürmektedir ve bu gücünü de kolay kolay bırakmak istemeyecektir. Sayın Erdoğan, anayasayı başkanlık sistemi doğrultusunda değiştirmek amaçlı 400 milletvekili istemektedir. Son resmi Cumhurbaşkanlığı söylemlerinin Orta Anadolu milliyetçi-muhafazakâr ama milliyetçiliği muhtemelen daha ağır basan seçmen profiline yaklaşmasını da böyle açıklamak gerekebilir. Oysa, hükümet, başkanlık sistemine geçişi üretebilecek bir anayasa değişikliğini imkânsız kılacak ama kendisini de tek başına iktidar yani rant musluklarının bekçisi yapacak bir seçim sonucuna çoktan razıdır. Bu noktada ilginç olan hem cumhurbaşkanlığı makamının hem de hükümetin yeni anayasa gereğinin demokrasi ve hukuk devleti boyutlarına ilgisiz kalışları ve MGK, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, askeri yargı, YÖK, resmi milliyetçilik anlayışı, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi konuların en ziyade ihtiyaç duyduğumuz bir süreçte tartışma dışına taşınmış olmasıdır. [email protected]

SİVİL HABER

Güncelleme Tarihi: 26 Mart 2015, 17:41
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner309

banner225

banner209