Nereden Nereye

Bugünlerde internette bir video dolaşıyor. Etkileyici bir sesle hitap eden birisi, bundan 10 yıl önce biz böyle miydik? Aramızda nefret söylemleri mi vardı? Polisimizle karşı karşıya mı geliyorduk? Vb. söylemlerle vatan elden gidiyor nidaları ile Recep Tayyip Erdoğan’a oy verilmemesi gerektiğini anlatıyor.

Konumuza girmeden önce bu videoyu hazırlayan, paylaşan, abartılı yorumlarla “Silinmeden mutlaka izleyin” diyerek izlemeye teşvik edenlere; Türkiye tarihini okumalarını, 1980 öncesi sağ sol diyerek sokaklarda, üniversitelerde gençlerimizin nasıl birbirine kırdırıldığını, askerin polisin karakollarda, cezaevlerinde nasıl işkenceler yaptığını, bir sağdan bir soldan diyerek gencecik insanların nasıl darağacına yok yere götürüldüğünü hatırlamalarını tavsiye ederim. Yakın zaman için ise; her gün gelen karakol baskını haberlerinin, şehit cenazelerinin, Kürtçe, Türkçe ana ağıtlarının artık hayatımızda yer almadığını zaten hatırlatmaya gerek yok görüyorlardır herhalde…

Bu bağlamda hatırlamayanlar, hatırlamak istemeyenler ya da hatırlamak işlerine gelmeyenlere kısa, 13 yıllık hatırlatma yapmak gerekiyor birkaç paragrafla.

Tarih 19 Şubat 2001. Türkiye’nin büyük bir iflas yaşadığı gündü. Hiç yoktan bencillikten başlayan bir siyasi kriz, ekonomik krizi tetikliyor, ülke için büyük bir buhran başlıyordu. DSP-ANAP-MHP koalisyonu işbaşındaydı. Cumhurbaşkanı Sezer ile Başbakan Ecevit arasında günler öncesinden başlayan fikir ayrılıkları MGK toplantısında doruk noktaya ulaşıyordu. Toplantıdan bir saat önce Sezer, verdiği bir mülakatta Ecevit’i anayasayı bilmemekle suçluyordu. Toplantı bu mülakatın gölgesinde başlıyordu. Toplantının ilk dakikalarında ise Başbakan Yardımcısı H.Özkan “Sayın Cumhurbaşkanım o bahsettiğiniz anayasayı bir de biz görsek” diye cümleye başlayınca, Sezer: “İşte anayasa” diyerek anayasa kitapçığını B.Ecevit ve H.Özkan’ın önüne fırlatıyordu. Bu tavır üzerine önce Ecevit daha sonra ise M.Yılmaz sırasıyla salonu terk ediyorlar, arkalarından gelen H.Özkan ise aynı üslupla kitapçığı Sezer’e doğru fırlatıyor ve siyasi tarihimize geçen şu sözlerle bağırıyordu. ”Nankör Kedi”…

Salondan çıkan Ecevit’in ilk açıklaması ise harfi harfine cümlelerle şöyle idi. “ Son derece terbiye dışı bir üslupla bana ağır ithamlarda bulundu. Devlet geleneklerimizde yeri olmayan bir davranış. Ya aynı üslupla cevap verecektim ya da salonu terk edecektim”

Bütün bu yaşananlar zaten pamuk ipliğine bağlı ekonomiyi büyük bir uçuruma sürüklüyordu. Borsa Cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesine geriliyor, repo faizi % 760’a fırlıyordu. Dolar 660.000 TL’den önce 1.160.000 TL’ye ardından da 1.400.000 TL seviyelerine çıkıyordu. Dolarla borçlu olan esnaf, kredi kullanan halk, bir çok büyük firma bir gecede iflas ediyordu. Gecelik faizler %7500’e fırlıyor, fırsattan istifade bankalar evrakını ödemeye çalışan esnafa yüksek rakamlarla hem de tabiri caizse yalvartarak kredi veriyorlardı. Gelinen durumu Rahmetli Sakıp Sabancı şu cümle ile özetliyordu. “Vah vah vah memleketime diyorum. Böyle niye yaptılar”. Devam eden 2 yılda ise binlerce firma kapanıyor, her gün haber bültenlerinde intihar eden esnaf haberleri çıkıyor, yılların esnafları borçlarını ödeyemediği için dolandırıcı yaftası yiyor, icra daireleri dosyalarla doluyordu. Piyasa da sözü senet olan insanların 1 aylık çekleri-senetleri anlamsız hale geliyordu. Türkiye bu kriz ile %12 küçülüyordu.

Krizin ikinci ayında gerçekleşen bir olay ise krizin sembolü haline geliyordu. Başbakanlıktan çıkan B.Ecevit’e doğru seslenen bir esnaf elindeki yazar kasayı yere fırlatıp parçalıyor ve “Sayın Başbakanım buyrun ben esnafım” diye bağırıyordu. (Ankaralı Esnaf Ahmet Çakmak)

Türkiye kaostaydı. Hükümet memur maaşlarını ödemek için IMF kapısında adeta dileniyordu. Kurtuluş ümitlerini iyice yitiren hükümet tam bu sırada IMF’inde ön şartı ile ABD’den bir kurtarıcı transfer ediyordu. ”Kemal Derviş”. Kemal Derviş’in gelmesi ile IMF istediğimiz parayı veriyor, memur maaşları ödeniyordu. Fakat bu paranın karşılığında ne ekeceğimizden, ne kadar ekeceğimize kadar uzanan ağır bir reçetede elimize tutuşturuluyor ve bir anlaşma olarak imzalanıyordu. Bu şartlarda Türkiye 2002 Kasım ayında seçimlere gidiyor ve ilk defa bir seçime giren Akparti %34,4 oy ile birinci parti olarak sandıktan çıkıyordu.

Evet; bu büyük krizin 13.yılını birkaç önce geride bıraktık. O günlerden bakıldığında bugünlerin hayal bile edilemeyeceği gerçeği ise net olarak ortada. %70 lerde gezen enflasyon şu anda Cumhuriyet tarihinin en düşük düzeyinde, yüzde 3-4 aralığında. Kişi başı gelir 3 bin dolarlarda iken şimdi 10-12 bin dolar aralığında. Türkiye son 13 yıldır tüm dünya ülkelerinin aksine küresel ekonomik krizlere rağmen sürekli olarak büyümekte. Ortalama büyüme yıllık 3,5 ile 5 bandında. 13 yıl önce milli gelirin %12’sine ulaşan cari açık şu anda %3,2. 2001 yılında 30 milyar dolar olan ihracat ise şu anda 200 milyar doların eşiğinde. Yani ülkemiz üretiyor ve satıyor. 13 yıl önce IMF Türkiye masa şefinin “Hasta Adam” dediği Türkiye şu anda IMF’e borç verecek düzeyde.

Daha fazla rakam vermenin çok bir anlamı yok. Ülkeye yapılan yolları, üniversiteleri, havalimanlarını, hızlı trenleri, temeli atılan projeleri, çehreleri değişen şehirleri, öğrenci burslarını, kalkan harçları, bedava kitapları, kaybolan hastane, ilaç kuyruklarını ise etrafına ön yargısız gözle bakan herkes görüyor zaten. Görüyor ve yola devam diyor.

Görmeyen gözlere, hatırlamayan zihinlere kısa bir hatırlatmaydı bu yazı. Şöyle bitirelim.

Nereden, nereye……

 

 

 


YORUM EKLE

banner309

banner225

banner209