Hepimiz deliyiz, rekabete gerek yok

 

“Hepimiz deliyiz, rekabete gerek yok…” diye bir cümle dolaşıyor son günlerde sosyal medyada. Doğru… Katılmamak elde değil ama benim asıl merak ettiğim nokta deliliklerimizin altında yatan gizli sebepler. Peki ya aşk? O da bir sebep midir acaba delirmeye…

Reenkarnasyona inanır mısınız bilmem… Kimi zaman bu konuda şüphelenmiyor değilim. Beni asıl meraklandıran, eğer var ise bundan önceki yaşamımda hangi millete mensup olarak yaşamış olduğumdur. Birkaç şüphem var bu konuda. Yunanistan, Fransa ve İspanya arasında gidip geliyorum. Ayrıntılar başka bir yazıya, biz konumuza dönelim artık. Haydi, bugün Fransa’ya uzanalım biraz. Bir şekilde yolları kesişen üç farklı insandan bahsedelim…


Bir Fransız sanatçı… Heykeltıraş… İsmi Rodin… Her sanatçı gibi deliliğin eşiğinde dolaşıp delirmeden hayatta kalmayı başarmış, şöhrete sonradan kavuşmuş birisi… Şöhrete ulaşacağı yaşa gelinceye kadar eleştirilmekle, beğenilmemekle, reddedilmekle geçmiş hayatı; belki de işte bu yüzden hayatın kendisine yansıttığı acıları ve kederleri o da hayatına giren birçok kadına yansıtmış. Büyük bir sevgiyi ve tutkulu bir aşkı aynı anda farklı iki kadında yaşayan bir adam olarak geçmiş tarihe…

 

Delirmek istemiyorsak delirtmeliyiz belki de…

Aşk için nelerden vazgeçerdiniz? Hayatınızdan? Ömrünüzden? Ya da gururunuzdan? Vazgeçişlerinizde ne kadar ileri gidebilirsiniz ömrü boyunca sizi aldatan ve bekleten bir adam için…

 

Bir kadın… Fransız yine… İsmi Rose… Bütün bir hayatı boyunca bir adamı bekliyor. Aşık oluyor genç yaşta genç bir adama, ondan bir çocuk sahibi oluyor, modelliğini yapıyor, destek oluyor… Onun ileride büyük bir heykeltıraş olacağına inanıyor… Rose, Rodin’in çok genç yaştayken hayatına giren, onun hayatında tam anlamıyla kendisine yer bulamayan ama ölünceye kadar da vazgeçemediği bir kadın olarak geçiyor tarihe…

 

Ne demiştik…

Delirmek istemiyorsak delirtmeliyiz belki de…

Aşk için nelerden vazgeçerdiniz? Hayallerinizden? Kendinizden? Ya da aklınızdan?

 

Vazgeçişlerinizde ne kadar ileri gidebilirsiniz güvenilmez bir adam için…

Yine bir Fransız sanatçı… Heykeltıraş o da… Başka bir kadın… İsmi Camille… Her kadın gibi deliliğin eşiğinden kurtulabilecek güçteyken deliliğin tam orta yerine atılmış, şöhreti kendi elleriyle geri çevirmiş birisi. On sekiz yaşındayken tanışıyor kendisinden yirmi dört yaş büyük Rodin ile… Asistanı oluyor onun, ünlü birçok heykeline model oluyor aynı zamanda, güçlü bir rakibi oluyor daha sonra… Ama en önemlisi Rodin’in tutkuyla ve aşkla bağlandığı kadın olarak geçiyor tarihe…

 

Delirmek istemiyorsak gerçekten delirtmeli miyiz acaba…

Hiçbir zaman birisine ait olamıyor Rodin… Bir heykel gibi dışı katı olsa da içinde fırtınalar koparak yaşıyor ömrünü… Aşkının peşinden gidiyor ama aynı zamanda sevgisine ihanet etmiyor… Mutlu oluyor mu peki hiç… İşte orası bilinmez…

Hikayenin fedakar tarafı oluyor Rose… Katlanıyor, görmezden geliyor, sabırla bekliyor, hatta deliriyor da belli bile etmiyor… Bekliyor, bekliyor…

Belki de bir kadının verebileceği en zor kararı veriyor Camille ve sevdiği adamdan kaçmayı seçiyor… İnsanlar bazen kendi hayatlarını yok etmekten korktukları için kaçarlar sevdikleri insanlardan, sonra dönüp bir de bakarlar ki kaçmak çözüm olmamış, kendi hayatları nasıl olduysa yine kayıp gitmiş ellerinden…

 

Bu karışık ve büyük aşkın sonuçları ne mi oldu peki?

Auguste RODİN sanatçı olarak geç de olsa ilerlemiş yaşında başarılı bir yola doğru yürüdü… Kadınlardan vazgeçemedi. Camille’den sonra yaptığı heykellerde kadınların yüzü yoktu… Ömrünün son aylarında Rose ile evlendi, evlendikten on ay sonra hayata gözlerini kapattı…

Camille CLAUDEL çok büyük başarılara imza atacak büyüklükte bir yeteneğe sahipken Rodin’in kendi ilerlemesine engel olduğuna inandı. Rodin’i hiçbir zaman diğer kadınlardan koparıp tamamen kendisine çekemedi. Hayatının geri kalanını yeteneğinden ve işinden uzak olarak bir akıl hastanesinde geçirdi… Rodin’in ölümünden yaklaşık otuz yıl sonra kaldığı hastanede o da hayata gözlerini kapattı…

 

Rose BEURET ölümüne bir ay kala ömrü boyunca kendisini aldatan ve kendisine döneceğine emin olduğu adamla evlendi… Son günlerini Rodin ile birlikte yaşadığı evde geçirdi ve yakalandığı hastalık sonucunda hayattan ayrıldı. Geç de olsa mutlu oldu mu peki, bilinmez…


Ünlü “Düşünen Adam” heykelini bilirsiniz belki, Rodin’in önemli eserlerinden birisidir. Özgün eser Paris’teki Rodin müzesinde olsa da dünyanın birçok şehrinde birçok kopyası bulunmaktadır. Türkiye’deki kopyası ise şu anda İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinin bahçesindedir… Bu kopyanın hastane bahçesine yapılma fikri dönemin başhekiminden çıkmıştır. Heykelin fotoğrafını gören başhekim heykelin kopyasını yetenekli olan bir hastasına yaptırmıştır.

“Peki neden düşünen adam heykeli yaptırıldı?” sorusuna başhekimin gülerek “Hastane dışındakilerin durumu içerdekilerden daha kötü. Bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor” yanıtını verdiği söylenir…


Gelelim sonuca…

Rodin ile Rose yan yana müze evinin bahçesinde yatmaktadırlar, başlarında ise bir düşünen adam heykeli onları beklemektedir…

Camille ömrünü geçirdiği bir akıl hastanesinde hayatını sonlandırmıştır…

Başka bir düşünen adam heykeli ise Türkiye’de bir akıl hastanesinin bahçesinde halen tüm bu olanları düşünmektedir…

Hayat ne kadar da ironik değil mi…


Evet, hepimiz deliyiz aslında; peki ya aşk, o da bir sebep midir acaba delirmeye…

 

Bu yazımı, beni yeniden yazmaya teşvik eden; dostum Başak Melissa YORUÇ’ a armağan ediyorum.

Kahraman Şeref KASAP
Journalist / Social Media Expert
instagram.com/kahramanseref/



YORUM EKLE

banner309

banner225

banner209