"Dinler Arası Diyalog" İç yüzü ve Gülen Hareketi

 Sanki hızlandırılmış bir filmin içerisinde yaşıyor gibiyiz son zamanlarda. Kültürel ve dini duygularımızla sürekli oynanır, imani, vicdani hislerimizin hepsiyle kullanılır hale gelmiş gibiyiz. Her tutanın bizi kolumuzdan başka bir tarafa çektiği bir film. Herkesin Allah adıyla bizi kendi tarafında tutmaya çalıştığı benzer ve tekrar sahneler. Sufleler…

Dinler Arası Diyalog

Net olarak hatırlamaya çalışırsak bu kavramın ülkemizde kullanılmaya başlandığı tarihin ikibinli yılların hemen başı olduğunu hatırlarız. Hangi gurup tarafından kullanıldığını ise belirtmeme gerek yok sanırım. Peki bu kavram ülkemize sokulmadan önce başka bir yerde bu kadar keskin olarak kullanılıyor muydu? Hemen kısaca bakalım.

Irak ve Afganistan’ın işgali Hıristiyan dünyasının çok önceleri yaptığı haçlı seferlerinin bir benzeri gibiydi sanki. Tek fark artık bu seferleri yapanlar seferleri Din adına yapıyoruz cehaletini göstermeyip bu seferleri terör temizleme adı altında meşrulaştırıyor, haklı hale getiriyorlardı. Fakat itiraz edenler olabilir sanısıyla bu seferlere paralel olarak farklı bir proje daha yönetiliyordu. Vatikan, ABD, Fener Rum Patrikhanesi ve Türkiye ayağı Gülen grubu her yerde “Dinler Arası Diyalog” çalışmaları yapıyor, beraber Dinler Bahçesi açıyor, sempozyumlar, konferanslar düzenliyorlardı. Amaç birisi siz dinimize saldırıyorsunuz der ise… Bakın biz dinler arası diyalogu canlandırdık, hepimiz kardeşiz, ne alakası var bu işgallerin din ile, biz yarın sizi de tehdit edebilecek olan teröristleri temizliyor, dünyaya barış getiriyoruz diyebilmekti…

Irak’ta Afganistan’da . Filistin’de binlerce insan katledilirken, kadınlara tecavüz edilirken sesini çıkarmayan sözde diyalogcular “İsrail’li çocuklar için dün gece uyuyamadım”, “ Mavi Marmara’da ölenler şehit değildir, otoriteye karşı çıkmışlardır” deyip diyalog kurmaya devam ediyorlardı. Yine aynı tarihlere yakın Akdeniz’de boğulan yüzlerce Lübnan’lı Müslüman mülteci için tek kelime yazmıyor, söylemiyorlardı.

Müsadenizle tarihi biraz geriye sarıp kısaca birkaç noktayı hatırlatmak istiyorum.

1965 yılı Vatikan bir bildiri yayınlıyor. Bildiriden bir cümle.” Hırıstiyan aleminin üçüncü binyıldaki hedefi Asya’yı hırıstiyanlaştırmaktır.” Aynı yıl Vatikan bir manifesto yayınlıyor ve “Dinler Arası Diyalog” kavramı ilk defa bu belgede geçiyor. O güne kadar dışlanan hatta varsayılmayan İslam dünyası bir anda kardeş ilan ediliyor ve diyalog çabaları başlıyor. Yani misyonerlik Dinler Arası Diyalog ismiyle yeni bir sürece giriyor ve ivme kazanıyor. Peki bu fikir bir anda mı çıkıyor yoksa katkısı olan birileri var mı? 

Yıl 1950 Türkiye’den Vatikan’a bir mektup gidiyor. Mektup şöyle başlıyor. “ Çağın dinsizlik cerayanı Hıristiyanlarla bir araya gelmeyi gerektirmektedir”. Mektubun yazarı kendi deyimi ile müellifi Said Nursi. Buradaki niyeti sorgulamıyorum fakat sürecin devamına bakıyorum. O yıllarda çok dikkate alınmayan bu mektup yıllar sonra arşivden çıkartılıyor ve üzerinde düşünülüyor. Yani” Dinler Arası Diyalog” kavramının ortaya atıldığı 1965 yılında. Vatikan bu süreçte kendisine uzun süre çeşitli partnerler arıyor ve çeşitli çalışmalar yapıyor da. Yazıyı uzatmamak adına buraları geçiyor ve ikinci bir mektuptan bahsetmek istiyorum. Yıl 1998… “ Hırıstiyanlığın üçüncü bin yıla girmesi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi kutsal mekanlara müşterek ziyaretleri içeren pek çok etkinlik önermek istiyoruz.Anadolu halkı sizi şevkle selamlamayı hararetle bekliyor.” Papa’ya hitaben yazılan bu mektubun altındaki imza tam olarak şöyle. “Rabbin Aciz Kulu/Fetullah Gülen”. (Zaman Gazetesi -9Şubat 1998 yayınlanmıştır).

İşte bu ikinci mektup “Dinler Arası Diyalog” sürecini hızlandırıyor ve son yıllarda geldiği doruk noktaya ulaştırıyor. Bu mektubu yazanların son yıllardaki gazete manşetlerine, temel attıkları mekanların muhteviyatına bakarsak ne söylemek istediğimiz yorumsuz olarak daha net anlaşılacak şüphesiz. Yurt dışında eğitim yapan mevzubahis okullarda son yıllarda Türk öğretmenlerin yanında Abd ve Avrupa menşeli öğretmenlerinde görev yapıyor olmaları da ayrı bir dikkat çeken konu.

Sadece Allah Rızası güden bir yapılanmanın okullarında Kuran’ı Kerimi hemen hemen hiç öğretmemeleri, yolundan gittikleri Said Nursi siyasete kesinlikle yaklaşmayın dediği halde siyaseti her anda yapılandırma çalışmalarına girişmeleri, Peygamber Efendimiz faiz ayaklarımın altındadır demesine rağmen banka çalıştırmaları, Nur Suresinde açıkca türban ayeti var iken “Türban Ferruattır” diye fetva vermeleri, ülkelerin Cumhurbaşkanlarından iş alıp dağıtacak kadar, işadamlarını elde tutalım talimatları verecek kadar dünyevi işlerin içerisinde yer almaları nasıl izah edilebilir. Kanallarında çıkan reklamlardan, Kpss, polislik sınavlarında girdikleri kul haklarından falan bahsedersek on sayfa daha yazmamız gerekir herhalde. Kullanılıyorlar mı? Yoksa dini duygularımız, vicdani hassasiyetlerimizle bizi mi kullanıyorlar? Yorum herkesin vicdanında.

 

YORUM EKLE

banner309

banner225

banner209