Akıntıya Karşı Durmak "Kader"

 
Yazımı ütopik bulacak olanların sayısı eminim ki aksinden daha fazla olacaktır. Fakat kadere iman ve "anlamayaçalışmak" yazmaya vesile oldu diyelim.
Dünya zıtlıklarla anlaşılan ve zıtlıklarla yaşanılan bir alemdir. Gece olmasa gündüz, gündüz olmasa da gece bilinemezdi şüphesiz. Tüm zıtlıklar da bu çerçevededir aslında. Biri çoğu kez bir diğerinin varlığını işaret etmek için vardır. Fakat zıtlıklar birbirlerini yok etmek için var olmuş değil, belki diğerinin yokluğunda onun yerini doldurma misyonunu taşırlar. Ya da bir değişim görevini yerine getirirler. Tıpkı örneğimizde ki gece gündüz olayı gibi. Yani aslında bir nevi nöbet değişimidir aralarındaki.
Gece olduğunda aslında aydınlık yok olmuş değildir. Yine de vardır. Ama belki mağluben vardır demek daha doğru bir tabir olur. Bunun terside doğrudur. Görünen zıt kavramlardan birisi galipken diğeri mağlup haldedir ama var olmaktan beri değildir. Sadece nöbetini bekler haldedir.Bu mantık bütün akla gelen zıt kavramlar için geçerlidir. İyilik-kötülük, soğuk-sıcak vs... Aynen bu şekilde iman ve küfür de birbileri arasında galebe, değişim halindedir.Biri galip halde var iken diğeri mağlup haldedir. Fakat nöbet şüphesiz değişecektir.Şimdi buradan kaderinde gölgesinde bir kaç tarihi örneğe bakıp akabinde günümüze bakmaya çalışalım.
Osmanlının kurucusu olan Kayı Boyu, Moğollarla giriştiği mücadele neticesi başarısız olmuş ve batıya doğru ilerlemeye başlamıştır. Suriye üzerinden ilerlerlerken Liderleri Süleyman Şah'ın bir derede kaza ile vefatı üzerine yolculuğa devamı uğursuz saymış ve vazgeçmişlerdir. Selçuklu hükümdarına haberci göndermiş ve "Biz savaşta ehil bir Boy'uz, bize topraklarınızda bir yer verirseniz belki size faydamızda dokunur" diyerek izin ve toprak istemişlerdir. Bu haberin neticesinde Selçuklu Hükümdarı onları sınırda kullanmak istemiş ve  Söğüt mevkisinde yer verebileceğini iletmiştir. Belki hayatlarında ismini duymadıkları bu coğrafyaya yerleşen Kayılar; Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu olmuş aynı zamanda Viyana'ya kadar uzanan İslam Tebliğinin sancaktırlığını yapmışlardır. Eğer Moğollara galip gelme şansı olsa bizler şu anda Orta Asya'da, eğer Suriye'de vuku bulan Süleyman Şah vefatı gerçekleşmese belki de biz şu anda Arap Coğrafyasında herhangi bir yerde olacakken, şer gibi gözüken iki vaka, bizi cihana hükmeden bir imparatorluğun torunları noktasında Türkiye gibi eşsiz bir coğrafyaya sahip kılmıştır.
Bir örnek daha verelim; Çanakkale Destanı.Bizim tarihimizde destan özelliği taşıyan bu savaş çok farklı bir sonuç daha doğurmuştur aslında.Çanakkale'ye dayanan müttefiklerin ülkemiz üzerindeki amaçları dışındaki diğer amaçları uzun süren savaş neticesi kıtlık ve açlığın azami dereceye ulaştığı Rusya Çarlığına yardım götürmektir. Bizim kahramanca mücadelemiz sonucu Çanakkale'yi geçemeyen müttefikler Rusya'ya yardımı ulaştıramamış bunun sonucu olarak da, Rusya'da çarlığın zayıflığını ve halkın isyanını fırsat bilen Bolşevik'ler yönetimi alarak Kominizm düzenini yerleştirmiş, dünyaya tanıtmışlardır. Bizim zaferimiz dünyanın uzun süre boğuştuğu bir kabusun doğuşuna vesile olmuştur.
Bu iki örnek bize kaderin akıbete ulaşmak için ülkeleri ve insanları nasıl memur ettiğinin bariz örnekleridir. Bu süregidişi anlamayanların yanında anlayanlar ve kadere karşı duruşu mümkün görmeyenler de vardır şüphesiz. 15 Bin kişilik bir orduyla indirilen Abdülhamit'in yıllar sonra "Halihazırda yakınınızda 30 bin kişilik ordunuz var iken neden onlara karşı durmadınız?" sorusuna verdiği şu cevap kadere karşı duramayacak olmanın net bir yanıtıdır.Abdülhamid:"Evet daha büyük bir orduya sahip olduğum açıktı. Fakat beni indirmeye gelen ordunun önünde Hz.Hızır'ı gördüm.Anladım ki kader bunu istiyor. Savaşsaydım belki şehit olacaktım fakat akıbet değişmeyecekti. Ben daha fazla insanın ölmemesini tercih ettim.Kadere karşı durulamaz."
Bu örneklerden sonra ülkemize bakalım görebildiğimiz ve anlayabildiğimiz kadarı ile... 
Bir milleti büyük yapan 3 ana unsur vardır. Bunlar sağlam bir ideoloji,kıymetli bir ülke ve güçlü bir nüfustur. Bunların hepsine tarihte sahip olmuş nadir milletlerden birisi olan bizler çeşitli nedenlerle bunları kaybetmiştik.
İlk kaybımız ideolojimiz olmuştur. Tanzimatla başlayan ve yenilik adı altında ideolojimize vurulan darbeler 1924'de hilafetin kaldırılmasıyla sonuca ulaşmış ve ideolojimiz güya değiştirilmiş, batılaşmıştır. Fakat aslında yok olmuştur.
İkinci kaybımız ise topraklar olmuştur. 3 kıtaya yayılan topraklarımız 1774'de başlayan ilk toprak kaybı ile yara almış ve Lozan ile kemale ermiştir.
Üçüncü kaybımız ise nüfusdur. Küçük bir topluluk olarak Anadolu'ya gelen Kayı Boyu Osmanlı ile 60 milyonluk bir nüfusa ulaşmış fakat bu nüfus toprak kayıpları, savaşlar ile 1950 yılında 10 milyon olarak sayılmıştır. 
Bizi biz yapan 3 değerimizde çeşitli vesileler ile yok olmuş ve ya asgariye inmiştir. Burada şunun suçu var bunun ihmali var demek çok mantıksızdır. Zira vesile olanların hepsi kaderin birer memuru olmaktan ötede bir şey değillerdir. Sonuç belli iken gelenler sadece birer figürandır. İdeolojinin yıkımına Mustafa Kemal olmasa başkası, toprağın kaybına Lozan değilse başka bir anlaşma, nüfusun kaybına da savaşlar değilse belki bir hastalık vesile olacaktı çünkü...
Fakat belirli bir tarih önce nöbet değişimi başlamıştır.Osmanlı'dan sonra gündüzden geceye geçişin kaçınılmaz olduğu gibi bir zamandır ortaya çıkan gelişmeler artık gecenin gündüze dönüşünün başladığını göstermektedir. Galebe başlamıştır. Zıtlar arasındaki nöbet değişimi başlamıştır.Kısaca bunun işaretlerine de bakıp sonlandıralım.
Öncelikle ideoloji dirilmeye başlamıştır. Türkiye İkinci Dünya Savaşından hemen sonra batı ülkelerinin kapısını para için çalmış, eğer demokrasiye geçerseniz size Marshall yardımı ile para veririz cevabını almıştır. Cumhuriyet vardır evet ama demokrasi yoktur. Çünkü ülkede tek parti vardır.Bunun üzerine İsmet İnönü yardımı almak için ikinci bir partinin kurulmasına karar verir. Bu partiyi Halk Partisinde Başvekillik yapmış olan Celal Bayar'ın kurmasına karar verilir. Çünkü o sözlerinden çıkmayacaktır. Fakat bu kuruluş aslında 4 yıl sonra partinin başına gelecek olan Menderes için bir hazırlık olmuştur. Allah demenin neredeyse yasak olduğu ülkede Menderes ile ezan aslına dönmüş, radyolardan Kuran-Kerim yayını başlamış, dini eğitim veren İmam-Hatip kursları okul olmuştur. İdeoloji dirilmeye başlamıştır.
Daha sonra toprak mevzusunda dönüşüm başlamıştır. 1774'den sonra hep toprak kaybeden ülke tam 200 yıl sonra 1974'de ilk kez Kıbrıs Savaşı ile toprak kazanmıştır.Bu uzun sürecek kazanım sürecinin ilk başlangcıdır.Kaderin dönüşümünün bu alandaki ilk nişanesidir.
Son olarak ise nüfus artışa geçmiştir. Osmanlının son 100 yılında hiç bir doğum kontrolü olmamasına rağmen iki kat artış gösteremeyen nüfus, 1950 den sonra tüm aile planlaması çabalarına rağmen  7 katından fazla artmış ve 77 milyona ulaşmıştır.
Evet galebe başlamıştır.1774 de toprak kaybı ile başlayıp sırasıyla her alanda ortaya çıkan kaybediş, 1950'den sonra tersine dönmüş ve kazanım ivmesine girmiştir. Kemale ne zaman ereceğini tabiki ancak kaderin sahibi bilir. Fakat şunu bilmeli ve anlamalıdır ki bu saaten sonra bizi yöneten herkes ancak hayıra giden akışa katkı yapabilir. Kaderin memurları kendi iradelerini belki özel hayatlarında doğru ve ya yanlış anlamda kullanabilirler bilinmez ama İmanın Küfürle olan nöbet değişiminde hayır işleyen figüran olmaktan öteye gidemezler.
Sonuç olarak; Sandal akıntıya kapıldıysa bir kez, kürekçinin gayretine ihtiyaç kalmaz. Sandal, istikametinde akıntıyla varacağı noktaya ulaşacaktır. Tam tersinde de sandal akıntıya ters düşmüş ise kürekçinin gayreti akıntıya rağmen gitmeye imkan kılamaz. Görünen o ki galebe şu anda İmanın akıntısı yönündedir.Durdurmak ise mümkün değildir.
YORUM EKLE

banner309

banner225

banner209